İkinci Dünya Savaşı sonrası, çok uluslu örgütler üzerinden yürütülen güç dengelenmesi çalışmaları, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılması sonrası ABD lehine kaymış ve bu süreçte dünya tek kutuplu düzene uyum sağlamakta hiç zorlanmamıştı.
Fakat ABD’nin tek kutuplu dünya düzeninde uyguladığı politikalardan rahatsız olan devletlerin, Çin’in sahneye çıkması sonrası büyüyen Çin ekonomisinin ihtiyaçları ve jeopolitik çıkarları çevresinde birleşmesi ile ikinci bir kutup yaratması ile çift kutuplu dünya düzeninde güçlerin dengelenmesi sürecine girilmiştir.
Bu dengelenme sürecinde konuya biraz daha sığ bakanlar konvansiyonel veya nükleer bir savaş beklerken, esas savaşın kültürel, ekonomik ve teknolojik olarak hızlanarak sürmekte olduğunu maalesef ki atladılar. Bahse konu savaşta tüm strateji BAĞIMLILIKLAR üzerine kurulmuş ve özellikle Covid-19 süreci ile birlikte bu savaş hız kazanmış ve taraflarca el artırarak devam etmiştir.
En kritik konulardan birisi de eğer mermi atılması zorunluluk haline geldiyse bu süreçte Vekalet Savaşları olarak adlandırılan yöntem kullanılmasının tercih ediliyor olmasıdır. Sahaya sürekli olarak aracılar sürülmektedir artık, Ukrayna-Rusya, Hamas-İsrail savaşları ile Yemen’deki Husiler’in yaptıkları buna en güzel ve güncel örneklerdir.
Oyunları Anlayabilmek İçin Bilinmesi Gereken Teoriler
Şimdi burada bir parantez açıp, konunu daha iyi anlaşılabilmesi adına iki önemli teoriden bahsedip sonra konuya geri dönelim. Bu teoriler;
- Mahan Deniz Hakimiyet Teorisi
Teorinin içeriğine çok girmeden şu söylenebilir ki, 1945 sonrası ABD için çok önemli olan bu teorinin temeli deniz hakimiyetini elinde bulunduranın ticaret trafiği dahil birçok konuda üstünlük elde edeceğidir. Kısaca;
- Deniz kuvvetlerindeki hakimiyet ile birlikte önemli su yolu ve ticaret merkezlerine; Süveyş Kanalı, Cebelitarık, Seylan, Singapur, Babülmendep Boğazı, Türk Boğazları, Seylan Kanalı, Tayvan Kanalı, Kore Kanalı, Hürmüz Boğazı, Florida Boğazı ve Yukaton Boğazı gibi kritik noktaları hakim olarak dünya ticaretine egemen olunabilir.
- Deniz etki alanlarındaki enerji de dahil olmak üzere doğal kaynaklar üzerindeki hak ve menfaatleri korumak için denizde hakimiyet şarttır.
- Denizler karalara göre çok daha iyi hareket alanı ve ulaşım imkanı sağlamaktadır.
- Denize kıyısı olan ülkelerin güvenliğinin kara sınırından başlamadığını asla unutmamak gerekir.
- Kenar Kuşak Teoremi
Spkyman’in Kenar Kuşak Hakimiyet Teoremi basit anlatımı ile Dünyanın Kalbi (Heartland) olarak tanımlanan bugünkü Rusya coğrafyasının kuşatılarak kendi sınırları içerisine hapsedilmesini öngörmektedir.

NATO’nun son dönem genişleme politikasına bakıldığında da bu Teorem çerçevesinde hareket edilerek Rusya’nın Avrupa ile bağının kısıtlanmasına yönelik adımlar atıldığı görülmektedir.

Üçüncü Dünya Savaşını Başlangıcı
Şimdi konumuza dönelim Spyman’in Kenar Kuşak Teoremi kapsamında NATO’nun genişlemesi ile ana karasına sıkıştırılmaya çalışılan Rusya, buna karşılık olarak Ukrayna-Rusya savaşı sonrası AB’nin en hassas BAĞIMLILIĞI olan enerji üzerinden kozlarını oynamış ve enerji çeşitliliği konusunda eli kolu bağlı olan AB’nin sırtını neredeyse yere getirmeyi başarmak üzereyken ABD’nin palyatif çözümü ile sorun kısa süreli olarak ortadan kalkmıştı.
Ekonomik argümanlar kullanılarak devam eden bu savaş, Çin’deki çip fabrikasının Tayvan’a taşınması, hammadde ve mamul maddelerin ihracatında uygulanacak verginin karşılıklı olarak artırılması, Tik-Tok benzeri uygulamaların yasaklanması gibi ufak çaplı hamlelerle dozu kademeli artırılarak devam etmekte.
Fakat bu savaşın dozajını artıran ve karşılıklı tarafların konuya olan hassasiyetlerini gösterdikleri olay tartışmasız olarak 7 Ekim Hamas saldırısıdır. Bu saldırı ve sonrasında meydana gelen gelişmeler gösterdi ki 1945’den günümüze Mahan’ın Deniz Hakimiyet Teorisi kapsamında deniz egemenliğini elinde bulunduran ABD, bu konuda Çin karşısında her geçen gün gerileyerek hakimiyeti yavaş yavaş elden kaçırmaktadır.
Günümüz itibarıyla gemi sayısında Çin Donanması, ABD’nin önündedir. Amerikan donanması eski alışkanlıklar ve ezberler çerçevesinde okyanusların jandarması olarak görülse de gemi sayısı yetersizdir. Güncel durumda;
- ABD’nin savaşa hazır 290 gemisi var. Bu gemilerin sadece 232 adedi muharip gemi. Geri kalan 58 tanesi tanker gibi yardımcı gemi statüsünde. 232 muharip geminin dünya okyanus ve denizlerinde görev başında 72’si muharip 106 gemisi bulunuyor.
- Çin Donanması (PLAN) 500’ü muharip unsur olmak üzere 750’nin üzerinde savaş gemisine ve yardımcı gemiye sahip. 102 milyon DWT toplam milli bayraklı tonaj ile dünyanın en büyük deniz ticaret filosunu işletiyorlar.
Ancak toplam tonajda ABD sahip olduğu 11 uçak gemisi nedeni ile Çin toplam tonajından 3 kat daha büyüktür. Diğer yandan son 23 yılda Çin Donanması gemi sayısında %100 büyürken, Amerikan donanması %20 küçülmüştür. Çin donanmasına son 23 yılda 165 savaş gemisi eklerken bu sayı ABD için 90’da kalmıştır. Diğer yandan tonaj büyümesinde Çin son 23 yılda %300 büyürken ABD Donanması %2 büyümüştü. (*)
Peki ABD’nin deniz hakimiyetinin elinden kayıp gitmesinin etkisi ne olacak derseniz, cevabı çok basit çünkü güncel bir örneğini çok net bir şekilde yaşamaktayız.
“Güneş çarığı, çarık ayağı sıkar” sözünden yola çıkarak Güneş-Çarık Etkileşimi diye adlandırdığım Husilerin Babul Mendeb Boğazında yaptıkları ve ABD’nin bu konunun çözümünde bir adım bile ileri atamamasını, denizdeki zayıflamasının en büyük örneği olarak verebiliriz.
İsrail- Filistin savaşı sonrası bir gelenek olarak Avrupa’nın İsrail’in yanında yer alması, Arap Yarımadası’nın konuya söylemde keskin, eylemde suskun kalması ve tarafların konunun vekalet savaşları ile yürütülmesi konusunda hassasiyet göstermesi sonrası, Rusya-Çin-İran üçlüsünün Güneş-Çarık Etkileşimi üzerinden konunun çözümüne yönelik olarak bir bağımlılık bir de vekile ihtiyaç duydular. İşte tam da bu noktada imdada Yemen’de bulunan İran destekli Husi yönetimi yetişti.
Konunun Husilerle ne alakası var derseniz, az sabır…
Güneşin çarığı sıktığı nokta da tam burası. Asya-Avrupa hattındaki dünya ticaretinin ana hat üzerinde yürütüldüğü ve bu ticaretin neredeyse %20’sinin Süveyş Kanalı vasıtasıyla gerçekleştiği göz önüne alındığında Yemen’in önemi net olarak görülmektedir.

Dünya ham petrol ve sıvıştırılmış doğal gaz taşımacılığının transit geçişinin %5,5’i Mısır üzerinden Akdeniz’le Kızıldeniz’i bağlayan SUMED boru hattından, %4,8’i Babu’l Mendep Boğazı’ndan yapılmaktadır. Kızıldeniz’in bir ucundaki Süveyş Kanalı ise yıllık yaklaşık 20.000’e yakın geminin geçişini sağlamaktadır.
Bunların %26’sını petrol ve sıvılaştırılmış gaz (LNG) taşıyan tankerler oluşturmaktadır. Kızıldeniz’in kuzey yönüne doğru taşınan petrolün %78’i Avrupa pazarına, %14’ü ise ABD’ye gitmektedir. Güney yönünde taşınan petrolün en büyük müşterileri Çin ve Singapur’dur. Basra Körfezi’nden deniz yoluyla geçen petrolün çoğu, Süveyş Kanalı ve SUMED petrol boru hattına Yemen ile Cibuti arasında bulunan Babu’l Mendep Boğazı üzerinden ulaşmaktadır.
Diğer taraftan gerek ekonomik etkin olması gerekse yüksek nakliye kapasitesi sebebiyle her geçen yıl artan deniz taşımacılığının yaklaşık %16’sının Süveyş Kanalı’nda geçtiği dikkate alındığında Babu’l Mendep Boğazı’nın önemi daha net olarak anlaşılmaktadır.

Husilerin saldırıları sebebiyle sigorta ve navlun bedelleri artmış, başta BP olmak üzere bir çok şirketin alternatif güzergahları kullanmaya karar vermeleri sebebiyle, seyir süreleri uzamış, gemi ve konteyner sayılarında pandemi döneminde olduğu gibi yetersizlik sebebiyle sıkıntı baş göstermiştir.
Buraya kadar çok ayrıntıya girmeden anlatmaya çalıştığım ekonomik, kültürel ve teknolojik savaş dozunu artırarak devam etmektedir. Ve bu savaş sürerken taraflar net olarak, muhasımının zayıf noktaların ve bağımlılıklarına yönelik hamleler yapmaktadır.
Fakat bu hamlelerde son dönem yaratılan görüntü ABD ile AB’nin sürekli olarak kan kaybettiği ve karşı cephede bulunan odağın güçlenerek süreçten galip çıkmak üzere ardı ardına hamleler yaptığıdır.
2006 yılında Rusya, Çin, Brezilya ve Hindistan küresel bir ekonomik girişim yaratarak oluşturduğu “BRIC” grubuna 2010’da Güney Afrika Cumhuriyeti’nin katılması ile birlikte “BRICS” adını altında yeni bir yapı kuruldu. Bugün ise BRICS+ halini alan ve 9 ülkeden oluşan yeni yapı dünya nüfusunun %45’inin, küresel ekonominin satın alma gücü paritesinde %36’sının, dünya ihracatının %25’inin ham petrol üretiminin %44’ünün sahibi halini almıştır. BRICS 2023’de küresel ekonomideki payını %35,7 seviyesine yükseltmiş olmasın karşın G7 ise %29’da kaldığı da unutulmamalıdır.
Sonuç ve Çıkarımlar
Şimdi gelelim savaşın bundan sonrası için gelişiminin ip uçlarına;
- ABD’nin AB’yi, yükselen milliyetçilik alımlarına karşın konsolide ederek bir arada tutabilmesi elzemdir.
- ABD’nin mevcut dış ticaret açığı ile bütçe açığı sürdürülebilir değildir ve askeri harcamaları azaltması zorunluluk halini almıştır.
- ABD’nin öncelikle karşı cepheye yeni ülkelerin katılmasını önlemesi sonra da karşı cephenin dağıtılması veya ekonomik etkisi yüksek üyelerin birlikten koparılması savaşta üstünlüğü ele geçirilmesi için hayati önem haizdir.
- Savaşın bağımlılıklar üzerinden yürütüldüğü unutulmadan, kendi cephesinde bulunanlar için BAĞIMLILIKLARA yönelik acil ve kalıcı tedbirler alınmalıdır.
- Afrika kıtasındaki son 40 yıllık gelişimin gösterdiği üzere artık kaba güç (hard power) yerini yumuşak güce (soft power) bırakmak zorunda kalmıştır ve ABD yeni dış politikasını buna göre yeniden yapılandırmak zorundadır.
Sonuç olarak; bu savaş ABD tarafından mevcut paradigma çerçevesinde sürdürülebilir veya kazanılması çok zor bir savaştır.
O zaman öncelikle müttefiklerin bağımlılıklarını azaltan, kendi cephesini güçlendiren, karşı cepheyi zayıflatmak ve parçalamak, karşı cephede bağımlılıklar yaratmak için önemli adımlar atmaması durumunda, malubiyeti kaçınılmazdır.
Pekiiii;
- Müttefiklerin bağımlılıklarını azaltmak
- Kendi cephesini güçlendirmek
- Karşı cepheyi zayıflatmak veya parçalamak
- Karşı cephede bağımlılıklar yaratmak
için Türkiye’nin rolü ve önemi ne olacaktır?
En az ilk iki Dünya Savaşındaki rolü kadar önemli bir rol üstlenmek üzere olan Türkiye belki de Üçüncü Dünya Savaşının sonucunu etkileyebilecek bir noktada olabilir mi?
(*) Cem Gürdeniz’in “Büyüyen Tayvan krizi ve denizde durum-2” isimli yazısından alınmıştır.
Yorumlar kapalı.