Kimi zaman ders verir, kimi zaman güldürür nitelikte bir hayat hikayesi. Gerçekten sıradışı. Neyzen Tevfik denilince akla üç şey gelir: şiirleri, neyzenliği ve içki içişi. Ama öyle böyle değil. Denir ki, Neyzen Tevfik, bir gergedanın ömründe içtiği sudan daha fazla içki içmiştir. Birazdan ayrıntıya gireceğiz. Gerçek adı Tevfik Kolaylıdır. Kolaylı sülalesinden geldiği için bu soyadı almıştır. 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren ney üflemeye ve çocukları etrafına toplamaya başlaması, Ney’e doğuştan bir ilgisi olduğunu göstermektedir.

Öğretmen babasının tayini Urla’ya çıkınca, ilk Ney derslerini orada almaya başlar. Ama orada bir de Sara nöbetleri başlar. Evet, Neyzen Tevfik’in Sara nöbetlerine benzer bir hastalığı bulunmaktadır. Bu hastalığından dolayı okulu bırakır ve kendini Ney’e verir. Ney, Neyzen Tevfik’in ustalık alanlarından biridir. Ney’i bir çalar ki, akıllar baştan gider, ağlayan çocuklar susar, dertliler derdini unutur, dertsizler dertlenir. Neyzen Tevfik hem çok iyi Ney çalar, hem genel kültürü iyidir, hem de hoş sohbettir. Bütün bu vasıflarından ötürü meclislerin aranan adamıdır. Bundan dolayı Atatürk de içki meclisi kurduğunda, “Bana Neyzen’i bulup getirin” demiş ve onun sohbetini sevmiştir.

Bir süre sonra eğitim için İstanbul’a gittiğinde Mehmet Akif Ersoy ile tanışır ve Akif onun en yakın arkadaşlarından biri olur. Neyzen, şiir de yazar. İlk şiirini 1898’de İzmir’de çıkan Muktebes adlı dergide yayınlamıştır. Şiirlerinde hem heceyi hem aruzu kullanır, ama eski şiire daha yakındır. Şiirlerinde doğruyu söylemekten çekinmeyen bir tavrı vardır. Biraz da dili sivridir. O, Türk edebiyatının en büyük heccavlarından yani hicivcilerinden biridir. Muhaliftir. 1905 yılında Mısır’dayken Deccal adlı dergide dönemin iktidarını eleştirdiği için hakkında idam kararı verilir ama 1908’deki Meşrutiyet’in ilanı ile affedilir. Meşrutiyet ilan edilmese şair Nef’i gibi dil belasına uğrayacaktı yani. Osmanlı iktidarına da muhalifti, Cumhuriyet iktidarına da. Bir gün Atatürk her zamanki gibi Neyzen’i çağırtmıştı. Sohbet ortasında Neyzen’e “Yeni düzenden dolayı ne değişti Tevfik?” diye sorunca, “Üstad, bir şey değişmedi Paşam, saz da aynı, söz de. Sadece artistler değişti,” demiş. Atatürk buna çok kızmış ve Neyzen’i göndermiştir. Bir vakit sonrasında tekrar çağırtıp aynı soruyu sorduğunda yine aynı yanıtı almıştır: “Eskiden sormadan asarlardı. Şimdi sorup asıyorlar,” demiş. Bu, Atatürk’e söylenecek bir söz değil ama işte hayattan bir beklentisi olmayınca, kaybedecek bir şey de olmayınca, çekinecek de bir şey kalmıyor.

Kelimenin tam anlamıyla rinklerin adamıdır. Bugün buldum, bugün yerim. Hak kerimdir, yarını anlayışıyla yaşar. Tencerede pişir, kapağında ye. Nerede akşam, orada sabah onun felsefesidir. Bir şiirinde de dünyaya geliş ve yaşayış amacını şöyle ifade eder:
“Müptelayım, deliyim, düşmüşüm esrar-ı neye
Feleğin kahpe başında paralansın parası
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye.”

Üstad, herkes tarafından çok sevilmektedir. Zira onda herkesten bir parça vardır. Biraz Mevlevi’dir, biraz Bektaşi. Biraz eskiye bağlıdır, biraz yobazlığa karşı. Biraz dindardır, ama baya baya içkicidir. Gelecekten ve insanlardan hiçbir beklentisi yoktur. Bir gün biri ona “Üstad, sen çok bilgili bir adamsın, bir memur falan olsana,” demiş. Üstad, “Memur olunca ne olacak?” diye sorunca, karşısındaki, “E biraz çalışırsın, amir olursun,” demiş. Sonra, “Biraz daha çalışırsın, nazır olursun,” demiş. “Sonra?” demiş üstad. “Biraz daha çalışırsın, sadrazam olursun,” demiş. Üstad, “Sonra?” diye sormuş tekrar. Karşısındaki, “Hiç,” diye cevaplamış. Çünkü makamlar bitti, padişah olacak hali yok ya. Neyzen Tevfik, “Evladım ben şimdi bir hiçim, hiç olmak için bu kadar çalışılır mı?” demiş. Dünyanın nimetlerinden hiçbirine iltifatı yoktur.

İstanbul’da, Yeni Cami’nin önünde güvercinlere yem atılan meydanda, havalar sıcaksa yanındaki sokak köpeklerine sarılıp uyur, hava soğuk olursa tabutların içine girip uyurdu. Bir gün kendisini çok sevenlerden biri Neyzen Tevfik’i alır, hamama götürür. Güzelce bir yıkar. Üstad pas parlak çıkar. Sonrasında adam, üstadı kullanmadığı dayalı döşeli bir eve götürür ve “Üstad senden kira istemiyorum. Ama burada kalacak ve güzel, düzenli bir hayatın olacak,” diyerek Neyzen’i eve bırakıp gitmiş. Ertesi sabah geldiğinde neyle karşılaşıyor biliyor musunuz? Neyzen Tevfik’in aldığı elbiseler hiç bozulmamış halde yatağın üstünde duruyor. Neyzen Tevfik ise yok. Nerede? Yeni Cami’nin yanındaki tabutlara yatmaya gitmiş. Yani üstadın yaşadığı hayat bir mecburiyet değil, onun bir tercihi. Parasızlık onun umurunda bile değildir. Sarayın verdiği madalyayı denize fırlatmış mesela. Beşinci Mehmet Reşat’ın verdiği paraları ayı oynatıcılarına vermiş. Eline geçen paraları sokakta gördüğü dilencilere, ihtiyaç sahiplerine verirmiş. Halbuki en büyük ihtiyaç sahibi kendisiydi. Yine eline geçen bir parayı, karısını ameliyat ettiremeyen bir adama verivermiş. Yeni elbiselerini sokakta perişan halde gördüğü bir adama üstünden çıkarıp giydirivermiş. Eline geçen paralarla sokak çocuklarına bayramlık kıyafetleri alırmış. Talat Paşa’dan aldığı paraları yolda gördüğü dilencilere dağıtarak eve gider.

Bir gazeteci, ne kadar içtiğini sorduğunda, “Birinci Dünya Harbi boyunca 18 bin okka rakı içtim,” diye cevap verir. Gazeteci gülünce, “Gülümseme kardeşimin, hesap yaptık, hesap,” demiştir. Oturmuş tek tek içtiklerini hesaplamış. Bir gün, meşhur akıl hastalıkları doktoru Mazhar Osman, Neyzen’e içkiye dair söz alır. Ama bir vakit sonra bakar ki Neyzen yine demleniyor. Mazhar Osman, Neyzen’e çıkışır, “Hani söz vermiştin içmeyecektin?” Üstad ona der ki, “Hocam biz fakir adamlarız. Bulunca içki içeriz, bulamayınca ant içeriz.”
Yeşiler Cem iyeti’nin başkanı, içkinin zararlarını anlattığı bir konferans düzenler. Neyzen Tevfik’i alıp götürürler, herhalde biraz dinlesin de uslansın diye. Konferans esnasında başkan saygıdeğer konuklar, “İçkiyi sadece insanlar içer. Hiçbir canlı içki içmez. Bakın bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova da içki koysa hangisini içer? Elbette suyu içer. Neden?” diye sorunca, Neyzen dayanamaz ve “Neden olacak? Eşekliğinden tabii ki,” diye cevap verir.
Üstad bir gün evine bir fıçı içki alır. Her gün azar azar ondan demlenir. Bir gün dostu gelip içki içmemesini söylediğinde, “Kardeşim içmeyince güçten düşüyorum,” der. Misafiri, “Ne alaka?” diye sorunca, “Bak bu fıçı geldiğinde kaldıramıyordum ama şimdi rahatlıkla kaldırabiliyorum,” diye cevaplar. Yine günlerden bir gün doktoru bel ağrılarından şikayet ettiği için ona, “Şişe çek,” diye tavsiyede bulunur. Üstad, “Peki,” diyerek soluğu meyhanede alır.

Neyzen, bir gün Atatürk’ün misafiri olur. Sohbet esnasında Atatürk, “Neyzen, senin için iyi içki içer derler. Doğru mu?” diye sorar. Neyzen, “Ee içerim Paşam,” der. Atatürk, “Ne kadar içersin? Mesela iki tane kiloluk içer misin?” diye sorunca, Neyzen, “İçerim Paşam,” der. Bunun üzerine Atatürk görevliye seslenir ve iki büyük rakı getirtir. Rakılar gelince Neyzen görevliye seslenip bir kase, bir kaşık, bir tane de ekmek ister. Görevliler şaşkınlık içinde Neyzen’in istediklerini getirirler. Atatürk, Neyzen’in istedikleriyle ne yapacağını merak ederken, Neyzen büyük rakıyı açar, kaseye boşaltır, ekmekleri ufak ufak doğrar ve başlar kaşıklamaya. Atatürk, gözleri fal taşı gibi açılmış halde izlerken, Neyzen kaseyi boşaltır, ekmeği bitirir. Ve, “Karnım doydu Paşam, şimdi içmeye başlayabilirim,” der.

1940 yılında, Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi’nde kendisine bir oda ayrılır ve buraya istediği zaman gelip yatar. 1953 tarihinde vefat eder. Cenazesine hem devlet görevlileri, hem üniversite hocaları, hem de sokaktaki kimsesiz insanlar katılmıştır. Cenazesine çiçek gönderilmemesini ister. Çiçek parasının fakirlere dağıtılmasını istemiştir. Günahıyla, sevabıyla, bu dünyadan bir Neyzen Tevfik geçti. O, malı mülke değer vermedi. İçki içmeseydi, ona derviş diyebilirdik. O, eski dönemlerin kalenderilerinden, kalender meşrep bir adamdı. Bu dünyada, boş bir seda bırakıp ahirete göçmüştür. Allah önce bizim, sonra onun günahlarını affetsin.
Kaynak ~ Volkan Erikçi
Yorumlar kapalı.