Son dönem yaptığı kapak ile Türkiye gündemine ikinci sefer düşen Le Point gazetesi, haber dergisi L’Express’in eski muhabirleri tarafından 1972 yılında kurulmuştur Gazete kendine ABD’li Time Magazine dergisini örnek almaya çalışsa da merkezi sağ duruşu ve özellikle Türkiye’ye ilişkin haberleri ile ülkemizde sık sık gündem oldu.
İlk önemli ve büyük vukuatını 24 Mayıs 2018 tarihli sayısında yapan dergi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için “Diktatör” başlığı atması ile ülke gündemine oturdur

Başta Fransa’da yaşayan Türkler tarafından protesto edilen dergiye o dönem de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron sosyal medya paylaşımları ile sahip çıkmıştı.

Sonrasında ise bir yıl geçmeden Le Point dergisi 24 Ekim 2019’deki sayısının kapağında da Erdoğan’ın asker selamı verdiği fotoğrafını kullanmış ve “Etnik temizlik Erdoğan’ın metodu. Erdoğan’ın Avrupa’yı tehdit etmesine izin vermeli mi?” ifadelerine yer vermişti.

Dergi 16 Temmuz 2020 tarihli sayısının kapağında ise bu sefer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yer veridi ve Türkiye ve Fransa’nın arasında gerilimin yükselmesine neden olan gündemler sıraladı. Kapakta şu ifadeler kullanıldı: “Ayasofya, Suriye, Libya, Akdeniz…Erdoğan, savaş kapımızda”

2 Haziran 2022 tarihli sayısında ise dergi kapağında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i resimlerini kullanarak‘Les diaboliques’ manşetinde attı. ‘Diabolique’ Fransızcada şeytani anlamına gelirken, ‘Les diaboliques’ bunun çoğul halidir. Yani bu başlık ile iki lideri şeytani olmak ile itham etmişti.

Sadece bu 4 örnekle kalmayan dergi, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Fransa Şubesine yönelik yapmış olduğu haber ile ilgili de Türkiye’de gündem olmayı yine başarmıştı.
Sanki bu dergi son yedi yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında bu haberleri yapmamış gibi, son dergi kapağındaki 4 lider ve ” Yeni dünya düzeni” başlığı, dergiyi tekrardan Türkiye gündeminde baş köşeye oturttu.

Derginin kapağında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in fotoğrafları yer alırken ulusal basında, yeni dünya düzeninin baş aktörlerinin bu dört lider olacağı konusunda yerel basın anlaştı sanırım.
Tamam da esas soru burada ortaya çıkıyor; bu dört lider dünyaya damgasını pozitif mi yoksa negatif gelişmelerle mi vuracak?
Bu soruya cevap vermeden önce bir kavramı açıklamak istiyorum “PATRİMONYALİZM“
Adım adım gidelim, ilk olarak Bürokrasi. Bürokrasi kavramı, kelime kökü bakımından Latince “burra” ve Yunanca “kratos” sözcüklerinin bir araya gelmesiyle meydana gelmektedir, “burra” masaları örtmede kullanılan koyu renkli kumaş olarak, “kratos” ise egemenlik/yönetim olarak ifade edilmektedir. Bu kapsamda, bürokrasi kısaca “masaların ya da büroların egemenliği” şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla bürokrasi kavramı,temelde kamu görevlilerinin sorumluluk sahası içerisindeki egemenliğini ifade etmektedir.
Bürokrasi kavramını ilk olarak Max Weber tarafından sistematik olarak ve bir disiplin çerçecesinde tanımlanmıştır. Weber bürokrasiyi; “iş bölümü, uzmanlaşma, örgütlenme, otoriter hiyerarşik yapı, gayri şahsilik, yazışmaların ve faaliyetlerin dosyalanması, yazılı kurallara bağlılık ve planlama çerçevesinde geniş grupların disiplinli bir şekilde yönetilmesini gerektiren toplumsal örgütlenme biçimi” şeklinde tanımlamaktadır.
Weber’in bürokrasiye yaklaşımı ise, ileri sürdüğü otorite teorisine ya da tiplerine dayanmaktadır ve Weber’e göre üç tür meşru otorite tipi vardı; Karizmatik, geleneksel ve yasal-ussal
- Karizmatik otoritede; bir kişinin ve onun tarafından buyurulan ya da ortaya çıkarılan normatif kalıpların ya da düzenin istisnai kutsallığına, kahramanlığına ya da örnek gösterilen karakterine bağlılık vardır.
- Geleneksel otoritede; çok eski geleneklerin kutsallığına duyulan yerleşmiş inanca ve onların altında uygulanan otoritenin meşruluğuna dayanak bulunmaktadır.
- Yasal-ussal otoritede; yasallaştırılmış kuralların ve bu tür kurallara göre otorite konumuna yükselmiş olanların emirler yayınlama hakkının yasallığına olan inanç yer almaktadır
Patrimonyalizm kavramı ise , Latince kökenli bir terim olup, genellikle “ata mirası” veya “babadan kalan” anlamında kullanılır, bir yönetim tarzıdır ve geleneksel toplumlara özgü olan idare tarzının kültürel boyutlarını ifade etmektedir.
Patrimonyalizm’de yönetici erkek ile yönettiği ev halkı arasındaki iktidar-itaat ilişkisinin nitelik olarak değişim geçirmeden geniş toplumsal kesimlere yayılması söz konusudur. Bu sistemde bütün iktidar kullanım biçimleri (yasama, yürütme, yargı) yöneticinin şahsında toplanmaktadır.
Patrimonyal otoritede, liderin egemenlik alanı içerisinde yaşayan insanlar dahil, bütünü ile liderin malvarlığı olarak düşünülmektedir. Böylece ortaya çıkan idare örgütü yahut bürokrasi, karizmatik otoriteye dayanır ve liderin kişisel yönetim aracıdır.
“Tamam da bu söylediklerin çok geride kaldı, aile mirası yönetimler artık yok oldu” dediğinizi duyar gibiyim. O zaman yeni bir kavram daha atalım ortaya. Neo-Patrimonyalizm
Neo-patrimonyalizm, batı dışı toplumların modernleşme tecrübelerinin moderniteyi üretmek yerine onu tahrif ettiklerini ortaya koymak üzere S. N. Eisenstadt tarafından geliştirilmiş bir kavramdır. Kısaca Neo-Patronizm;
- Geleneksel düzen ile geleneksel ve yasal-ussa bürokrasinin zayıflaması, çöküşü
- Eski bürokrarik düzenin yerine geçebilecek yeni ve daha tutarlı bir düzenin kurulamayışı,
- Ataerkil zihniyetin modernliğin karşısında bir set oluşturması ve gelişmenin önüne geçmesi
- Karizmatik otoriteye dayalı bürokratik sistemin başındaki liderin tüm faaliyetlerin merkezinde olması
- Geleneksizleştirme
gibi ciddi zararlar ile ortaya çıkmaktadır. Hatta bu özelliklerine ilave olarak Eisenstadt “neo-patrimonyal rejimlerin patrimonyal rejimlerden daha otoriter olduklarını” belirtmektedir.
Son dönem yazdığım yazılarım ve yaptığım paylaşımlarımda belirttiğim üzere; dünya liderlerindeki değişim çok net olarak görülmekte ve bu değişimle birlikte büroktarik yapıların temeli artarak karizmatik otoriteyi dayanır hale gelmektedir.
Le Point dersinde yer verilen dört liderden Donald Trump haricindekiler için çok fazla yoruma gerek olmadığını düşündüğüm için özellikle Donal Trump’ın seçimi sonrası tarzına bir bakalım.
- Tarifelere yönelik hızlı adımları
- DOGE Coin ile, kripto dünyasına hızlı bir adım atan ve DOGE Coin ile ilgili paylaşımları sebebiyle manipülasyon suçlaması ile yargılanan Elon MUSK’a Hükümet Verimliliği Bakanlığı (Department of Government Efficiency-DOGE) adı altına bir makam yaratılması
- ABD Menkul Kıymetler ve Borsası Komisyonu (SEC) Başkanı Gary Gensler’in kripto paraların regülasyonuna yönelik düşüncesinin Donalt Trump ile farklı olması sebebiyle, görevinden azline yönelik baskıya karşı koyamayıp, Trump göreve başlamadan istifa etmesi
- ABD Ticaret Bakanlığında ihtacak kısıtlamaları konusundaki en kıdemli görevli olan Matthrew Borman’ın görevden alınması
- Genelkurmay Başkanı Charles Brown’ın görevden alınarak, yerine emekli bir Korgeneralin atanması
- Ukrayna-Rusya barış görüşmelerinin Ukrayna’nın olmadığı bir masada sürdürülmesi
ve daha da artırılacak örnekler ile asimetrik tavrı konusunda kafalardaki soruları netleştiren, bürokrasinin tavsiyeleri dışında kendi düşünce ve görüşlerini uygulayan lider çizgisi ile kervana katıldı.
II. Dünya Savaşından edinilen tecrübe ışığında dünya aynı acı tecrübeleri yaşamamak adına dünya düzenini garanti altına alacak ve bir nebze de “hakemlik” görevini görecek çok uluslu yapılar kurdu. Birleşmiş Milletler ile NATO bu yapılardan en etkin olarak kullanılanı oldu tabii ki. Fakat 1991-1995 Yugoslavya iç savaşı ile başlayan ve Ukrayna-Rusya savaşına kadar gelen süreçte hem BM hem de NATO’nun varlığı ve etkinliği tartışılır hale geldi. Bu karmaşa paralelinde de BRİCS gibi yapıların alternatif olarak kurulması ile son 70 yıldır süre gelen dünya düzeninin artık değişeceği konusunda yeni tartışmalar başladı ve ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve başlaması sonrası icraat ve söylemleri ile bu yeni dünya düzeni artık yüksek sesle tartışılmaya başlandı.
Bu arada eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi le başlayan benim tarafımdan tüccar lider, Webber tarafından karizmatik otoriteye dayalı patrimonyal lider tipinin olarak tanımlanan devlet yöneticisi sayısı her geçen gün artış göstermeye başladı.
Bu değişiklik paralelinde, patrimonyal liderlerin kuracağı neoüpatrimonyal sistemlerin yaratacağı etki hali hazırda konu üzerine kafa yoran düşünce örgütleri ile kişilerin endişeye sevk etmektedir.
Şimdi “yeni dünya düzeni ” kavramına gelelim. Geçmişte özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında yazdığı yazılar ile çizgisini belli eden Le Point dergisi sizce;
- Bu dört lider el ele dünyayı yeni güzel günlere taşıyacak, yeni güzel bir dünya düzeni kuracak asrın dört lideri olacak mı demek istiyor?
- Yoksa Neo-Patrimonyalizm tırmanırken bu dört kişi bu süreci hızlandıracak ve Fukuyama’nın kitabında belirttiği üzere siyasi çürümeyi hızlandıracak katalizörler mi olacaklar demek istiyor?

Yorumlar kapalı.