featured
  1. Haberler
  2. Serbest Kürsü
  3. NİGÂHBAN yazdı; “MODERNİZMDEN SİYASAL İSLAMA KAVRAMSAL BİR YOLCULUK’

NİGÂHBAN yazdı; “MODERNİZMDEN SİYASAL İSLAMA KAVRAMSAL BİR YOLCULUK’

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dünya tarihinde ilkel toplumlardan bu yana gelen toplumsal yapıların belirleyicisi, doğrudan ya da dolaylı olarak ortaya konan iktidar mücadelesi olmuştur. Bir toplumda hakim olan iktidar, kendisinden önceki dönemi PAGAN kültür ve inanç sistemi olarak yaftalamıştır. Etimolojik olarak incelendiğinde kökeni Latince’de “köylü, kırsal, taşralı anlamına gelen PAGANUS teriminden türetilmiş olan pagan kavramının putperest ROMA’nın Hristiyanlık inancını kabul etmesinden sonraki süreçte, MS 4.yy da Hristiyanlığın İmparatorluk da güç kazanmasıyla oluşan yeni toplumsal yapıda,İmparatorlukta çok tanrılı ve putperest inanç topluluklarını tanımlamak için kullanılmıştır. Esasen paganizm Hristiyanlık dışındaki toplumları aşağılayıcı ve küçültücü göstermek amacıyla dillendirilmiştir. Benzer şekilde bazı Türk Tarihçileri İslam öncesi Türk kültürünü pagan kültürü olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama güncelde var olan hakim iktidar kültürünün kendi hakimiyetini pekiştirmek için kendisinden önceki iktidarı ve inancı küçümsemesinden başka bir şey değildir (mevcut zamanımızda otoriter inanç sistemlerine ve modernizmin dayatmalarına karşılık neo paganizm yükselen değer haline gelmektedir.). Modern kavramının ortaya çıkışı, pagan kavramına çok yakın bir dönemdedir. Etimolojik olarak MODO kelimesinden elde edilen kavramın kökeni Latince’de MODERNUS kelimesine dayanmaktadır. Bu kelime Tam şimdi, şu an, bugüne ait olan anlamındadır. Bu kavramın ilk kullanılışı yaklaşık MS 4-5.yy da ortaya çıkmıştır. Döneminde Hristiyanlığı benimseyen Romalıların,kendilerinden önceki Pagan kültürünün bittiğini, toplumun yeni bir kültürü ve inancı benimsediğini ifade etmek için kullanılmıştır. Roma’nın o dönemde Hristiyanlığın içine putperest ögeleri sokamadığını varsayarsak, MODERN kavramı geçmişte kalan ve olumsuzlanarak ifade edilen eski olana karşılık, güncel olan hayat tarzını oluşturan bileşenleri olumlayarak ifade eden bir anlam içermektedir. Bu bağlamda;modern, modernite ve modernizm kavramları birbiriyle bağlantılı olmasına rağmen farklı anlamlar içeren kavramlardır.  Modernizm kavramının günümüzdeki anlamını almasının tarihsel bir süreci vardır. Kavramın anlamını ve içerdiği unsurları tam olarak anlayabilmek için bu tarihsel süreci bilmek oldukça faydalı olacaktır. (Bu yazımızda hızlandırılmış bir tarihsel süreç verelim ki Batı toplumları hangi süreçleri modern olmak isteyen toplumlara dayatıyor iyi anlaşılsın.).

Kavimler göçü sonrasında Batı Roma imparatorluğu yıkılmış ve Avrupa’nın mevcut demografik yapısı büyük oranda şekillenmiştir. Yaşadığımız şu zor zamanlarda Avrupa’nın mülteciler konusunda ki hassasiyetlerinin temelleri günümüzden 1600 yıl öncesine dayanmaktadır. Çünkü kavimler göçünde dünyanın başına ne geldiğini en iyi Avrupatecrübe etmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılması tarihçiler tarafından kavimler göçüne bağlanmaktadır. Bu yıkılış süreciyle birlikte batı toplumunda ekonominin üretken gücü olan kölelik sistemi yıkılmış ve yönetimsel olarak çok ciddi bir otorite boşluğu ortaya çıkmıştır. Merkezi yönetimde ortaya çıkan yönetimsel boşluk siyasi olarak derebeylikler dönemine geçişi zorunlu kılmış, Roma’da kölelik müessesesiyle elde edilen işgücü de köylüler üzerinden tekrar tesis edilmiştir. Bu süreçte kilise kendine imtiyazlı bir konum oluşturmuştur. İşine geldiği yerde köylülere karşı derebeylerini desteklemiş, işine geldiği yerde de derebeyleri ve senyörlere karşı da kralı destekleyerek hep kendi imtiyazlarını arttırmıştır. İzlenen bu politikalar neticesinde kilise orta çağda Umberto Eco’nun meşhur “Gülün Adı” adlı eserinde ki bağnazlığa ve barbarlığa ulaşmıştır.Kilisenin ve kralların bağnazlığı ve barbarlığı modernitenindoğuşunun temelinde ki en önemli etken unsurdur. İşte bu tarihi akış içinde, yaklaşık olarak MS 372’den başlayıp umum tarihçilere göre İstanbul’un fethi 1453’e kadar olan zaman dilimi Avrupa’nın karanlık çağı olarak adlandırılan orta çağdır. Günümüz anlamında modernite ve modernizmin doğuşu bu karanlık çağ sonrasıdır. Avrupa için karanlık çağ olarak bilinen bu dönemde, Doğu dünyasında İslam ve Doğu aydınlanması söz konusudur.

Günümüzdeki modern devlet ve anayasal düzene kadar birçok siyasi ve toplumsal süreç yaşanmıştır. Bu sürecin en önemli basamaklarından biri; İngiltere’de 1215 yılında Papa III. Innocent ile Kral John ve Baronları arasında, kralın yetkilerini sınırlamak amacıyla imzalanan Magna Carta Libertatum(Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) dur. Bu sözleşme yazılı anayasaların temeli gibi gösterilse de esasen siyasi otoritenin kilise önünde diz çökmesinden başka bir şey değildir. Kilise her ne kadar bu sözleşmeyi vatandaşların özgürlüklerini artırmak amacıyla yaptığını söylese de kralın yetkilerinde ki bu sınırlandırma öncelikli olarak vatandaşların özgürlüklerini belirlemekten ziyade, kilisenin krala karşı siyasi erkini artıran bir sözleşme olmuştur. Mutlakıyetçi devletlerin ortaya çıkışına kadar geçen süreçte kilisenin toplum ve siyasi erk üzerindeki hakimiyeti devam etmiştir.

14. ve 15.yy da Avrupa ekonomisinde, feodal yapının üretim biçimiyle ciddi toplumsal sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu sıkıntılar 16.yy da mutlakıyetçi devletlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Özellikle Fransa, İngiltere ve İspanya’nın merkezileşmiş ve güçlenmiş monarşileri, piramit yapılı olan,toplumda egemenliğin parsellenmiş olduğu ve mülklerin biat sistemiyle dağıtıldığı sistemden kesin bir kopuşu gösteriyordu. Günümüzde Avrupa birliğinin Başkenti olan Bürüksel’de ki Grand Palas bölgesindeki ihtişamlı yapılar dönemin derebeylerinin halka ve mutlak monarşilere gücünü ve zenginliğini gösterme çabasıyla inşaa edilmiştir. Avrupa Birliğinin Başkentinin Bürüksel olması da rastgele değildir. Modernitenin ortaya çıkardığı ULUS devletlerin, modern derebeylerle, zenginliği orta çağın sonuna dayanan tüccarlarla yapılan ittifakın gizli göstergesidir.

Mutlakıyetçi yönetimlerde iktidarın şahsileştiği görülmektedir. Mutlakıyetçi devletler feodal tahakkümü yeniden düzenlemiştir. Mutlakıyet, o dönemde zenginleşen kentli tacir sınıfının yeni bir güç oluşturmasına karşılık, yerleşik toprak sahibi soyluların kendi konumunu koruma girişimidir. Ancak bu yapının da zamanla yine bu üst grupların (egemenlerin) çıkarları ile doğrudan alakalı olarak değişime uğradığını ve mutlakıyetçi yönetimden modern devlete geçildiği söylenebilir. Sonuç olarak modern devletle de egemen grupların çıkarlarının korunması amaçlanmıştır. Bu amaç toplum sözleşmesi ile demokrasi ve cumhuriyet kavramlarının arkasına gizlenmiştir. Roma’da köle olarak sömürülenler; Orta çağ Avrupa’sında köylü ve çiftçi olarak isim değiştirmiş, sanayi devrimiyle birlikte işçi olmuş, günümüz modern devletinde ise asgari ücretli çalışan olmuştur. Coğrafi keşiflerle birlikte ekonomisini sömürü sistemine göre dizayn eden, Orta çağın derebeyleri ve zengin tüccarları, ortaya koydukları ekonomik sistem ve kur farkı denilen uygulamayla kendi modern kölelerinin emeğini yükseltmiş diğer toplumların ham maddesini sömürdükleri yetmezmiş gibi emeğini de sömürerek kendi modern kölelerini burjuva işçi sınıfına dönüştürerek, onları kölelik psikolojisinden kurtarmaya çalışmıştır.

Modernite; bazı unsurları Antik Yunan aydınlanmasına kadar dayandırılabilen, İtalya’da başlayan Rönesans, Almanya’dabaşlayan Reform, İspanya’da başlayan Coğrafi Kesiflerin  kendini tamamlamasıyla Orta çağ düzeninin sona ermesi ile temelleri atılan mutlakıyetçi devlet yapısından sonra siyasi ve iktisadi anlamda yapılanması, toplumsal değişim hareketi olarak Fransız Devrimi, ekonomik değişim olarak ta Sanayi Devrimleriyle ortaya çıkan, tüm Dünya toplumlarına dayatılanbireysel, kültürel, ekonomik ve siyasi toplumsal dönüşüm projesidir. Özellikle gelenek ile karşıt olma ve ondan kopma olarak tüm dünyaya yayılan, toplumsal değerler sistemi ve organizasyonu modernite olarak tanımlanabilir.

Modernitenin alt yapısını hazırlayan temel unsurlar; Rönesans(Rönesans, 15. ve 16. yy’de İtalya’da yaşanan entelektüel ve kültürel gelişmelerdir.), Reform (Luther ve Calvin’inönderliğinde gelişen Reform hareketi, kilisenin otoritesini ve toplum içerisindeki gücünü̈ oldukça zayıflatmıştır.), Aydınlanma ( 18. yy’de gerçekleşmesi ve sonuçları itibariyle hem Amerika’da hem de hemen hemen tüm Avrupa’da etkili olan, geleneksel olarak İngiliz Devrimi’yle başlayıp Fransız Devrimi’yle bitirilen felsefi bir harekettir.) düşüncesidir. Bu temel unsurların her biri çok önemli olmakla birlikte Reform hareketinin inanç boyutuyla ilgili olarak Avrupa toplumunda meydana getirdiği yeni yapı, ilerleyen süreçte Avrupa toplumları arasında din savaşlarına sebep olmuş, bu savaşlarda yaşanan kayıplar neticesinde Avrupa yeni bir kavrama sarılmış ve LAİKLİK kavramı ortaya çıkarmıştır.Benzer inanç savaşlarını İslam toplumları da Hulafa-i Raşidindöneminden başlayarak İran Irak savaşına kadar vermiştir. Bu bağlamda inanç savaşları tarihin hiçbir döneminde son bulmamıştır. Günümüzde savaştan daha çok bir katliama dönüşen Filistin İsrail savaşı bunun en büyük örneğidir. Aynı ülke toprakları içinde cereyan eden din savaşları özellikle merkezi otoritenin zayıf olduğu toplumlarda iktidarın inançayrışmalarına göz yumarak kendi yönetim süresini uzatmaya çalışmasından dolayı sürmektedir. Batının laikliği de bu savaşları sonlandırmada yetmemiştir, ama bazı toplumları modernizmin kölesi yapmada kullanışlı bir araç olmuştur.

Batı düşüncesine göre moderniteyi sistemsel olarakgerçekleştirebilmek ve modern olmak için dört devrim gerekmektedir.

1. Bilimsel Devrim

2. Siyasal Devrim 

3. Kültürel Devrim 

4. Sanayi Devrimi 

(Bu hususta ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Gamze ASLAN YAŞAR hocanın makalesini okuyabilirler.)

Batı yukarıda anlattığımız modernleşme süreçlerini geçirmeyen toplumların modern olamayacağını iddia etmekte ve bu süreçleri yaşamayan toplumları sömürge olarak görmektedir.

Batının, modernite sitemine karşılık üretilen her türlü alternatif model hiçbir zaman modern olmayacaktır. “Amerika Birleşik Devleti” de kurulduğu tarihten günümüze hızlandırılmış bir modernleşme süreci yaşamıştır. Batının ortaya koyduğu modernizmden rahatsızlık duyanlar post modernizm düşüncesiyle modernizmi eleştirmişlerdir. Günümüz toplumsal yapılarında halen modernizmle post modernizmin mücadelesi devam etmektedir. 

Modernizm ve post modernizmin çözemediği bireysel, toplumsal ve ekonomik sorunlar Müslüman toplumları alternatif bir yönetim arayışına yöneltmiş ve bu yöneliş Siyasal İslam kavramını gündeme getirmiştir. Siyasal İslam’ın mutlak kabul görmüş bir tanımı olmamakla birlikte; bu kavramın kısmen üzerinde anlaşma sağlanabilmiş basit açıklaması “Siyasal İslamcılık:modern devlet ve devletçiklerin anayasalekonomik ve yargısal olarak, İslami uygulamalarla yeniden kurulması gerektiğini öne süren siyasi ideolojidir.”  Olarak verilebilir. Bu Siyasal İslam ve Siyasal İslamcılar tanımlaması bir tespit midir? Yoksa ideolojik bir ötekileştirme, bir yaftalama mıdır? Gerek ülkemizde gerekse global olarak güncel kullanım biçimine ve anlamsal bağlamına bakıldığında daha çok ideolojik bir ötekileştirme olarak görülmektedir. Batı kendi yönetim modelinin alternatifi olan her sistemi ötekileştirme yoluna giderek toplumlarda fikri ayrılık ve sosyal ayrılık oluşturmaktadır. 

Sonuç olarak ortaya konan yönetim modeli komünizm olduğunda da batı tarafından ötekileştirilmiştir. Burada sistemin adı ve ortaya koyduğu düşünceden daha çok Batı’nın amacına hizmet edip etmediği önemlidir. Dünya pandemisonrasında hem ekonomik hem de yönetimsel bir kriz içine girmiştir ki 18.yy’da kurgulanmış yönetim biçimleriyle toplumların mutluluğu ve huzuru yakalayamayacağı açık olarak ortaya çıkmıştır. Dünyayı yöneten orta çağ mutlakiyetçiotoritelerinin, derebeylerinin ve tüccar burjuvaların torunları menfaatlerini koruyan yeni bir model oluşturma derdine düşmüştür. Onlar bu dertle meşgul olurken kendi modern sistemini kurabilen toplumlar bahsettiğimiz egemen güçlerin köleliğinden kurtulacaktır. Zenginliğin biat ve itaat usulüne göre dağıtıldığı bir toplumsal yapıdan kurtulup fikri ayrılıklara rağmen sosyal birliktelik düzenini kurabilen toplumlar kazanacaktır.

                                                                                                 MÜELLİF  

                                                                                               NİGÂHBAN

NİGÂHBAN yazdı; “MODERNİZMDEN SİYASAL İSLAMA KAVRAMSAL BİR YOLCULUK’
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.