Son dönem tahşiş edilmiş et haberlerini, tarihi vakaları tahrip etme çabasında olan sosyal medya finomenleri haberleri takip etti.
Özellikle çok güncel bir konu olan Filistin’e ilişkin tarihi gerçekliklere dayanmayan yorumlara karşılık, Filistin defterini açmak istedim.
Konuya İngiltere’nin askeri, ekonomik ve siyasi durumu ile Gazze saldırıları ve Arap coğrafyasını karıştırma aparatı olarak kullanılan Şerif Hüseyin ile başlamak istiyorum. Tarihi incelerken olaylar kadar, o olayların olması için alt yapı yaratan hususların da incelenmesi önem arz eder.
Öncelikle İngiltere’nin o dönemki durumunu iyi anlamamız gerekiyor. 1914’de I. Dünya Savaşı başlangıcında Donanma Bakanı, sonraki dönemlerde de İngiltere’nin en önemli siyasi figirü olacak olan Winston Chirchill “Word Crisis” isimli kitabında esasında durumu net olarak özetliyor;
“Türkiye’de neler olduğun aldırmadan Balkan Devletlerini bir araya getirecek politikaları üretebilecek bir fırsat yaratmak için çabaları artırdım. Savaşın henüz çatışma olmayan bölgelere yayılmasını engellemeye yönelik adanmış arzu; Türkiye ile yaşanacak anlaşmazlık durumunda Hindistan’da doğabilecek tehlikeler, 1914’deki müthiş asleri zayıflığımız, Lord Kitchener’in iki Hint Tümeninin Süveyş Kanalı üzerinden geçilmesine kadar doğuya mümkün olduüunca sessiz tutmak istemesi….”
Tam da I. Dünya Savaşını başlangıcında İngiltere’nin durumunu net olarak özetlemişti Chirchill. Amacı başta Hindistan olmak üzere sömürgeleri ile Süveyş Kanalı’nın güvenliğini sağlamak ama bunu da kısıtlı askeri güç ile en kısa zamanda en az kaynak harcayarak yapabilmekti.
Bu plan için iki hareket tarzı belirlenmişti, Çanakkale ve Borkum Planları. Yapılan nihai değerlendirme sonucunda bu iki plandan Çanakkale Planı ön plana çıkmış fakat Şubat 1915 ile Ocak 1916 arasında yürütülen hem deniz hem de kara harekatı başarısızlıkla sonuçlanarak, İngiltere’nin zaten kısıtlı olan kaynağı ciddi anlamda tüketilmiştir.

İngiltere artık hedefini Suveyş Kanalını ve Hindistan’ı elde tutmak üzerine kurgulamış ve Çanakkaleden çektiği gücü Filistin Cephesine sürmeye kadar vermiştir. Burada iki hedef ortaya konulmuştur;
- Günümüzde bile hala dünya ticareti için önemli olan Süveyş Kanalını elinde bulundurarak, enerji kaynakları zengin arap yarımadasında hakim olamak
- İngiltere ve Fransa arasında 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’nı uygulamak, 2 Kasım 1917’de yayımlanacak olan Balfour Bildirisi (Deklarasyonu)’nin şartlarını gerçekleştirmek için, Filistin’i işgal ederek, Yahudilere verdikleri Filistin’de yurt edinme sözünü uygulamaya koymak, Suriye’yi ele geçirerek Fransa’nın Hristiyan Araplar üzerindeki nüfusunu artırma isteğini yerine getirmektir.
Bu arada Osmanlı Şubat 1915 ve Temmuz 1916’da Suveyş Kanalını ele geçirmek üzere iki saldırı yapmış ve her ikisinde de başarısız olmuştur. Bu da İngilizleri rahatsız etmiş ve üçüncüsünün olmasını önüne geçmek adına yeni bir çephe açma hazırlıkları başlamıştır.

Ocak 1916’da Çanakkle cephesi yeni kapanmış ve Sykes-Picot Antlaşması haritasını oluşturmaya yönelik yeni cephelere doğru, İngiliz ve Fransızlarca adımlar atılmaya başlanmış ve bu planda Arapların piyon olarak seçilmesine karar verilmiştir.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerle işbirliği yaparak, 5 Haziran 1916’da Arap İsyanı’nı başlatmıştır. Şerif Hüseyin Mekke’de, Oğulları Faysal ve Ali Medine’de, Abdullah Taif’te, Annesi Türk olan Zeyd ise Cidde’de Arap İsyanı’nı yönetmişlerdir
Çanakkale’den çekilen General Townshend komutasındaki 13.000 kişilik kuvvetiyle, 12 Kasım 1915’te, Bağdat istikametinde taarruza başlamışlar, Halil Paşanın komutasındaki 6.Ordu, İngiliz Kuvvetlerini önce durdurmuş, Aralık 1915’te Kutû’l-Amâre kuşatmış, 29 Nisan 1916’da teslim almıştır. Bu çok prestijli galibiyet Çanakkale ile birlikte I. Dünya Savaşındaki iki galibiyetten birisi olarak tarihe not düşülecek ama sonradan İngilizler için ciddi bir intikam sebebi olarak kullanılmak istenecektir. Osmanlı ordusunun moralini ciddi anlamda yükselten ve İngiltere’ni yenilmezlik mitini ortadan kaldıran Kutû’l-Amâre zaferi dönemi içersinde her iki taraf için de büyük etkiler yaratmıştır.
Bunun üzerine İngilizler’in teşviki ile Osmanlı otoritesine isyan eden Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve oğullarının yaptığı saldırılarda 16 Haziran 1916 Cidde, 9 Temmuz 1916 Mekke, 22 Eylül 1916 Taif ele geçirilmiştir
İkinci Kanal Harekatının da başarısız olması üzerine Osmanlı güçleri 4 Ağustos 1916’da Gazze’ye çekişmişlerdir. Bu arada unutulmaması gereken en önemli husus, lojistik hattı zayıf olan bu güçlerin desteklenmesi için ikinci bir planın olmaması sebebiyle bu coğrafyada ciddi anlamda dezavantajlı durumda bulunduklarıdır.
Donanması olmayan bir ülkenin, demiryolu hattının da kontrolünü kaybetmesi durumunda insan, malzeme naklinin o coğrafyada ne kadar zorlaşacağı, o dönem yapılacak harekat için en kritik husus olduğu unutulmamalıdır.

Diğer taraftan; Lloyd George Hükümeti sömürge devletleri de düşünerek, özellikle Suveyş Kanalı çevresindeki coğrafya için İngiltere’nin ekonomik gücünün ihtiyacı olan topraklar olarak bakmış, egemenlikleri altına alınması gerektiğine inanmıştır. İngiltere, Irak ve Avrupa Cepheleri’nden Filistin Cephesi’ne kuvvet kaydırırken, Osmanlı’nın Kafkas Cephesi’nde sıklet (ağırlık) merkezi yapmaya karar vermiş, ve bölgedeki sadece 3 ordu ile dengeyi saplamayı hedeflemiştir.

Aralık 1916’da, Irak Cephesi’nde Dicle’nin sağ kanadından başlatılan İngiliz taarruzu kısa sürede gelişmiş, İngiliz birlikleri 23-24 Şubat 1917 tarihinde Dicle nehrini geçme konusunda başarılı olmuşlardı. Bağdat’a doğru ilerlemelerini sürdüren Ingilizler, 11 Mart 1917’de Bağdat’a girdiler. İngiltere, Irak Cephesi’nde sağlanan başarıların devam etmesi için Filistin’de Türklere karşı yeni bir cephe açmannın ve Türklerin birlik kaydırmalarını engellemek amacıyla muharebeye her iki cephede devam etmesi gerektiğine karar verdi.
Arap İsyanı, İngilizlerin lojistik hatları ele geçirmesi ve Gazze hattının arkasının boşlatılarak savunmasız bırakılması İngilizlerin planının temelini oluşturmaktaydı. Bunun üzerine Gazze saldırıları başlatıldı.
- Birinci Gazze Saldırısı
26 Mart 1917 tarihinde başlatılan İngiliz saldırıs ile Gazze Vadisi geçilerek şehir kuşatma altına alınmıştır. Egemen konum olan Ahmet Muhtar Tepe’nin kaybedilmesi ile güç dengesi değişmiş fakat İngiliz komuta heyetinin verdiği hatalı kararlar, harekatın sadece 24 saat için yapılmasına yönelik hatalı hamle, takviye birliklerin yaklaştığına ilişkin istihbarati bilgi ve çok başarılı icra edilen süvari hücumu ile Ahmet Muhtar Tepenin geri alınmas sonrası başarılı bir savunma muharebes icra edilmiştir.

- İkinci Gazze Saldırısı
30 Mart 1917’de İngiltere Genelkurmayı GenelreL movari’ye Kudüs hedef olacak şekilde bir saldırıdı direltifi vermiştir. İngilizlerce demiryolu Deyr El Belah’a kadar getirilmiş lojistik hat güçledirilmiştir.
İki safhalı olarak planlanan saldırı Cemal Paşa’nın askeri öngörüsü ile ciddi İgiliz kaybı ile sonuçlanmıştı.
Fakat İngilizler bu savaşta ilk defa tank ve zehirli gaz kullamışlardı. Tanklar ile piyadelerin koordineli hücum edememeleri ve rüzgarın gazın etkili olarak kullanılmasına izin vermese de, lojistik hattın güçlü tutulması, sürekli olarak yeni techizat ve gelişmiş savaş ekipmanları ile güç dengesini Osmanlı güçleri aleyhine değişmek üzere olduğunun en net göstergesiydi.

- Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı’nın Teşkili
Irak’taki 6. Ordunun 29 Nisan 1916’daki Kutû’l-Amâre zaferinin üzerinden bir yıl bile geçmeden Bağdat’ın İngilizler tarafından işgali, İslam dünyasında Osmanlı Devleti’nin prestijini altüst etmişti ve acil olarak bir çözüm üterilmesine karar verildi.
Bu bağlamda Bağdat’ı geri almak amacıyla Romanya, Galiçya ve Makedonya cephelerinden dönen birliklerle yeni kurulan tümenlerden yararlanılarak, Halep’te 7. Ordunun kurulması gündeme gelmiştir. Hali hazırda 2. Ordu Komutanı olan Mustafa Kemal Paşa, 5 Temmuz 1917’de 7. Ordu Komutanlığına atanmış ve sonrasında ordunun teşkili için İstanbul’fda yapılan çalışmaları müteakip Eylül 1917’de yeni görevine katılmıştır.
Bu arada yeni teşkil edilen Grup Komutanlığına; 1914-1916 yılları arasında Alman Genelkurmay Başkanlığı görevini ve Romanya’daki 9.Ordu Komutanlığını yürütmüş olan General Erich von Falkenhayn’a atanmasının uygun olduğuna yönelik Almanyanın telkini üzerine Generel Falkenhayn’ın ataması yapılmıştır.
Bu arada; Enver Paşa 20 Haziran 1917’de Halep’te 2.Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Kafkas Ordular Grubu Komutanı Ahmet İzzet Paşa, 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa ve 6.Ordu Komutanı Halil (General Kut) Paşa’nın katılımıyla bir değerlendirme toplantısı düzenlemiş ve bu toplantıda Bağdat’ın geri alınması görevinin Yıldırım Ordular Grubuna verilmesi ve 7. Osmanlı Ordusu’nun Halep’te toplanması kararlaştırılmıştır. Dönemin 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa ile 2.Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, bu öneriye şiddetle karşı çıkarak, Filistin Cephesi tehlikede iken Bağdat seferinin faydasızlığını dile getirmişlerdir.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa tarafından görevi teslim alması sonrası ik rapor hazırlanarak Sadrazam ve Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa ile Dördüncü Ordu Kumandanı ve Bahriye Nazırı Vekili Ahmed Cemal Paşa’ya gönderilmiştir.

20 Eylül 1917 tarihli rapordan kısa alıntılar yapmak gerelirse;
Genel askerî durum, harbin yakın bir gelecekte sona ereceğine işaret vermemektedir. Müttefiklerimizin askerî darbelerle düşmanlarımızı barışa zorlamaları artık söz konusu olmayıp Almanlar, stratejik sevk ve idareyi sadece “geliniz, bizi mağlup ediniz.” esasına bağlamışlardır. Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmayacaklarını zaman göstermekte olup, düşman ahalinin de sefalet ve mahrumiyeti daha az olmak ve kendi inançlarına emin bir neticeye ulaşmak ihtimaliyle bizim dayanabileceğimiz noktaya kadar savaşı sürdürmeleri tabiidir. Bu nedenle harp daha çok uzayacaktır ve harbi sona erdirmenin anahtarları bizim tarafın elinde değildir neticesini çıkarmak lâzım gelir (ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 74, B: 74aa).
Türkiye’nin genel askerî durumu şudur: Ordu, harbin ilk dönemlerine göre çok zayıftır. Birçok orduların mevcudu, lazım olan miktarın beşte biri kadardır. Memleketin insan kaynakları, ikmale muktedir değildir. Hatta 7’nci Ordu gibi bütün memleket içinde ikmal ve takviyesine çalışılan yegâne orduyu dahi, daha düşmana bir tek kurşun atmadan kuvvetli tutmaya imkân bulamıyoruz. Genel kuvvetimize bir örnek olmak üzere arz edeyim ki, cihanın en zor işlerini görmek üzere biner mevcutlu taburlarla bana gönderilen 59’uncu Tümen’in yüzde ellisi ayakta duramayacak kadar zayıflardan ibaret olduğundan, bunlar ayıklanmış ve sağlam kalan erler 17-20 yaşındaki gelişmemiş çocuklarla, 45-55 yaşındaki yaşlı ve sakatlardan ibaret kalmıştır. Diğer en iyi tümenlerin taburları da İstanbul’dan 1000 mevcutla hareket etmiş ve en kuvvetlisi 500 mevcutla Halep’e ulaşmıştır. Bu hâl, genel yaşantıya ve mülkî hükümetin kuvvetine bağlıdır. Dolayısıyla kuvvetlerin düzeltilmesi orduların elinde olmayan nedenlerden ileri gelmektedir. Bu örnek gösteriyor ki, bütün kaynakları toplayarak ufak bir kısmı dahi sağlam bir hâlde bulundurmaya imkân yoktur. Subayların nitelik ve nicelik bakımından eksikliğini açıklamaya gerek bile yoktur.
Cephelerimizin talep ve ihtiyaçları şudur:
Batı’da düşmanla temas mevcut değildir. Ancak başkentimiz dünya ile olan deniz bağlantısı dolayısıyla ve en zengin yerimiz bulunduğundan, batı cephelerimizde düşman tarafından hayatî darbelere teşebbüs edilmesi ihtimali mevcuttur. Kafkasya’da askerî durumumuz duraklama halinde olup tarafımızdan kaybedilenlerin geri kazanılmasına teşebbüs mümkün değildir. Rusların iç durumları ve Avrupa’da ihtiyaçları, faal harekâtta bulunmalarına pek müsait değilse de herhangi bir sebeple Rusların buna teşebbüs etmeleri halinde (ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 74, B: 74ab) bunu önlemek veya sınırlamak bizim kuvvetlerimize bağlı olmayan bir meseledir.
Irak’ta İngilizler hedeflerine ulaşmışlardır. Bu nedenle istilâlarını daha ileriye götürmeleri için siyasi, iktisadî ve askerî bir zorunluluk olmadığı kanısındayım. Bununla beraber, onlar hareketlerini sürdürür ve başarıya ulaşırlarsa, mevcut kayıplara Musul’un da ilavesi, genel duruma kesin bir darbe vuramaz. Denilebilir ki genel vaziyet değişmemiş olur. O halde bu cephede dahi biz intizardan başka bir şey yapamayız.
Sina ve Hicaz cephelerinde düşman askerî ve siyasi hedeflerine henüz ulaşamamıştır ve anlaşıldığına göre bunun için büyük bir çabayla hazırlanmaktadır. İngiltere’ye hizmet eden bir İslâm âlemi oluşturulması ve İngiliz etkisi altında bir Filistin Hristiyan Hükümeti’nin kurulması ve bu suretle Mısır, Süveyş ve Kızıldeniz’in sonsuza kadar temini ve Türkiye’yi son dini kuvvetlerinden ve en güzel yerlerinden uzaklaştırmak ve ayırmak hevesleri, İngiltere için adeta bu harbin hedeflerinden olacak kadar önemli, bizim için de telafisi mümkün olmayan hayati bir darbe sayılır. Özet olarak: batıda muhtemel bir ciddi saldırıya hazır olmak ve Suriye hududunda hazırlanmış olan düşman asıl harekâtına meydan vermemek genel askeri vaziyetimizin şimdiki vazgeçilmez talepleridir.
Genel durum bu halde iken örneğin son kuvvetlerle Bağdat’ın geri alınmasını düşünmeye imkân yoktur. En kuvvetli sebep düşman daha güçlü ve daha hazır olarak Sina’dadır ve bu düşmanın çekilmesi beklenemez. İkinci olarak Bağdat teşebbüsü için maddeten de imkân ve kuvvet yoktur. Bu işe teşebbüs edecek orduların (ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 74, B: 74ac) bugünkü mevcutları pek zayıf ve kıymetsiz olup, daha iki ay yürüdükten sonra biraz abartmayla hademeden ibaret bir kütle kalır. Düşmanın Bağdat’a demiryolu ve gemilerle getirip yetiştireceklerine, sallarla ve deve ile mukabele edilemez. Velhasıl bu imkânsızlıklara en büyük delil, aylardan beri bir alayı iki gün yürütebilecek hazırlıkların henüz vücuda getirilememiş olmasıdır.
Bu genel bakıştan çıkardığım sonuç, “artık her şey bitmiştir ve bulunacak bir çare kalmamıştır.” zemininde değildir. Böyle karamsar bir görüşün, düşmanların ve tehlikelerin en korkuncu olduğunu açıklamaya hacet görmem. Kurtuluş ve yaşam olanağı mevcut olup, ancak çözüme götürecek önlemleri bulmak lazımdır. Acizlerine göre bugün takip olunacak kararlar aşağıdaki gibi olmalıdır:
Askeri siyasetimiz bir savunma siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek neferi son ana kadar saklamak siyaseti olmalıdır. Bu siyaset memleketimiz dışında bir tek Osmanlı neferi kalmasına tahammül edemez.
Sina Cephesi’nin emniyette bulundurulmasının taarruzla mı, yoksa savunmayla mı mümkün ve uygun olacağı meselesine bugün karar verilemez. Çünkü düşman bugün orada insanca ve malzemece bizden üstün olup, bizim bütün kuvvetlerimizi gönderebileceğimiz aylar zarfında beklemede kalması ihtimali teknik açıdan pek azdır. Bizim kuvvetlerimiz gelmeden önce, onun taarruz ederek karşısındaki kuvvet aleyhine bir kesin sonuç alma girişiminde bulunması tabiidir. Bundan başka bizim kuvvet göndereceğimiz iki ay zarfında düşman isterse ulaştırma araçları bakımından daha çok kuvvet getirme imkânına sahiptir. Bu nedenle düşmanın daha evvel taarruz etmediği halde dahi bizim sevkiyatımız bittikten sonra bugünkü üstünlüğünü daha da artırmış bulunması ihtimal dâhilindedir. Velhasıl, Halep’te bulunan kuvvetlerimizin Sina Cephesi’ne ne kuvvet ve kıymette varacağı bile belli olmadığından Sina Cephesi’nin emniyeti için bugün uygulama alanına konulacak karar, özellikle 7’nci Ordu birliklerinin hemen güneye kaydırılması şeklinde olabilir. Bu kuvvetlerin daha sonra nasıl kullanılabileceğini bugün kesinlikle tayin etmeye, (Kuvvetlerimizi israf etmemek düşüncesi bir tarafa) harita üzerinde askerlikçe dahi imkân yoktur (ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 74, B: 74ae).
Suriye’nin tümünün Falkenhayn’a verilemeyeceği meselesinde Almanları kırmak ve onların kuvvet ve lüzumlarını ihmal etmek gibi kısa bir düşünceye tabi olmadığıma itimat buyurmalısınız. İçinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla beraber bulunarak kurtulmak zorunlu ise de Almanların bu zorunluluktan ve harbin uzamasından yararlanarak bizi sömürge haline sokmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetine karşıyım ve devlet büyüklerinin bu hususta hiç olmaz ise Bulgarlar kadar bağımsız ve kıskanç olmalarını lüzumlu görürüm.
Bugün Falkenhayn, her vesilede herkese karşı Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarını en ziyade düşüneceğini söyleyecek kadar mütecasirdir. Halep’te, Fırat’ta ve Suriye’de Alman siyaseti ve Alman çıkarlarının ne demek olduğu düşünülürse ve özellikle bu sözü söyleyen bir Alman konsolosu olmayıp yüzbinlerce Türk kanı için karar vermek mevkiinde bulunan bir komutan olursa, işin tamamen vatanımızın çıkarlarına aykırı cereyan edeceğini anlamamak mümkün değildir. Falkenhayn geldiği günden beri aşiret reislerine Alman teğmenleri göndererek doğrudan doğruya temas sağlamaktadır. Ve “Araplar Türklere düşmandır. Biz Almanlar tarafsız olduğumuzdan onları kazanabiliriz.” sözünü bizzat bana, bir ordu komutanına söylemiştir.
Irak harekâtının yapılmasının mümkün olmadığını daha ilk günden beri anlamıştır. Irak harekâtını memlekete yerleşmesi için (ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 74, B: 74ah) vesile yaptı. Gerçekte ideali bütün Arabistan’ı Alman idaresine almak idi. Nitekim planının ikinci safhasına başlamıştır. Irak hedefi doğal olarak değişince, Sina Cephesi’nde bir taarruzdan söz etti. İki ay sonra taarruz mu savunma mı lazım olduğunu şimdiden kestirilemeyeceği herkes gibi onun nazarında da bilinmektedir. Fakat bugünkü taarruz sözü bütün Suriye, yani Arabistan’ın idaresi altına girmesi için çekici bir vesileden başka bir şey değildir. İki ay sonra durum taarruza elverişli olmayıp bütün kuvvetlerle Filistin’in savunulması mümkün olursa, General Falkenhayn’ın cihana ve memleketimize karşı en büyük başarıyı kazanmış şekilde ortaya çıkacağı kuşkusuzdur. Bu halde hükümetin kuvvetlendirilmesi ve memleket şerefi şöyle dursun memleket kâmilen bizim elimizden çıkarak bir Alman sömürgesi haline gelmiş olacaktır. Ve General Falkenhayn bu amaç için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış olacaktır.
Velhasıl, gerek mülki hükümet ve gerek ahali içinde yapılacak işlerin alelade bir memleket meselesi değil, en birinci bir memleket savunması meselesi olduğu, bu devrede memleketin hiçbir köşesinin herhangi bir yabancı nüfuz ve idaresi altına verilmesi, saltanatın yaşamasını kesinlikle ihlal ve iptal eder. İşte benim düşüncelerim bundan ibarettir. Bulunduğunuz mevki sebebiyle bunları açıklamakla vicdanım üzerinden büyük bir yükü kaldırmış olduğum kanısındayım.”(ATASE Arşivi, ATAZB, K: 35, G: 74, B: 74ai)
Mustafa Kemal Paşa bu raporla birlikte, ordunun mevcut hali ve lojistik yapısı ile planlanan askeri harekatlara hazır olmadığını, Alman komuta kademesinin ise amaçlarının Osmanlı ordusu için savaşmaktan çok, Osmanlı askerinin kanı pahasına İngilizleri oyalayarak diğer cephelerde kendilerini rahatlatmak ve arap yarımadasında Alman etkisini artırmak olduğunu açıkca tüm yönetim kademesine bildirmiştir.
Bu konuda Mustafa Kemal Paşa yalnız da sayılmazdı;Ancak, Alman General von Cris’in Filistin cephesinin yarılması du rumunda Filistin ve Suriye’nin düşebileceğini Bağdat’ı geri almanın imkânsızlaşacağım hatta Irak’taki Türk birlikleri, sırf Halepten geçen ulaşım yollarını korumak amacıyla Suriye’ye kaydırılmak zorunda kalınacağını ileri sürüyor fakat karşılık bulamıyordu.
Musafa Kemal Paşa’nın hazırlamış olduğu rapor sonrası General Falkenhayn’ın onun görev ve sorumluluklarını kısıtlamasına yönelik vermiş olduğu talimatlar ve raporda yer verdiği üzere Osmanlı topraklarını savunmaktan çok Alman etkisini artırmaya yönelik tavırları sebebiyle Mustafa Kemal Paşa 24 Eylül’de Sina Cephesi Komutanlığı’nın kendisine verilmesini veya görevden affedilmesini istedi.
Sadaretten olumlu yada olumsuz bir görüş beyan edilmemesi üzerine 9 Ekim 2017 tarihinde 7. Ordu Komutanlığından istifasının kabulünü talep etti ve buna binaen 2 Ordu Komutanı olarak görevlendirilmesi yapıldı. Fakat bu göreve ve genel gidişata ilişkin itirazlarını bildirmek üzere İstanbul’a gelmek istediğini veyan etti ve izinli olarak İstanbul’a hareket etti.
Ne ratlantıdır ki, Cemal Paşa da Alman yönetiminin tavır ve davranışları ile yürütükleri genel plandan rahatsızdı. Cemal Paşa’nın da Mareşal Falkenhayn ile arası açılmış ve neticede Cemal Paşa’nın yetki ve sorumlulukları asgari düzeye indirilmişti. Bu durumu içine sindirmeyen Cemal Paşa, izin bahanesiyle Aralık 1917’de bir daha dönmemek üzere Şam’dan ayrılmıştır. Cemal Paşa’nın kontrolünde bulunan tüm Hicaz, Filistin, Suriye ve Irak’ın savunması 12 Ocak 1918’den itibaren Yıldırım Ordular Grubuna devredilmiştir.
Burada esas soru, Alman Komutan Mareşal Falkenhayn’ın yürüttüğü üstü kapalı politikanın ne olduğunun komutası altındaki Paşalarca anlaşılarak bu konudaki itirazlarına ses verilmiş olsaydı sonucun ne olacağıydı?
- Üçüncü Gazze Saldırısı
Fransızların Chambine Batı Cephesi’ndeki hezimetleri, Sovyetlerin Bolşevik devrimi nedeniyle savaştan çekilmesi ve ABD’nin savaşa girmesinden sonra İngilizler, Filistin bölgesindeki durumlarını yeniden göz den geçirme ihtiyacı hissetiler. Ve sonrasında Ingiltere Başbakanı Lloyd George “Almanları yenmek için müttefiklerine en ağır darbeler indirilerek saf dışı bırakılması gerektiği” tezi güç ve taraftar kazanmaya başladı. Benimsenen bu strateji paralelinde Türk kuvvetlerine Filistin ve Irak’ta ağır darbenin indirilmesine yönelik hazırlıklara başlandı.
Ünlü İngiliz General Allenby ; Filistin’de yapılacak güçlü bir harekatın Osmanlı’nın Halep’teki ihtiyatlarını bölgeye sevk etmelerine neden olacağı, baskıyı hafifleteceği ve Bağdat’ın tekrar Osmanlı’nın eline geçmesinin önüne geçileceğini düşünüyor ve bunu yüksek sesle dile getiriyordu.
Bu arada Şerif Hüseyin ve oğullarınca başlatılan isyan ile Hicaz tren yolunu güvenliği sorunu ortaya çıkmış, bölgedeki Osmanlı güçleri için malzeme ve insan lojistiği en büyük sorun halini almıştır.
İngilizler saldırı için hazırlanırken, Ingiliz casusların bölgedeki yerli halk üzerinde sağladıkları olumsuz duygular (20 Eylül Raporunda bu hususun da altı çizilmişti) ve bölgedeki tren yolu alt yapısına yaptıkları saldırılardaki başarı malübiyete giden yoldaki taşları döşeyen unsur oldu. 6 Eylül 1917 tarihinde İngiliz casuslarının İstanbul’da Haydarpaşa limanındaki Filistin’e giden demir yolu makaslarına ve Filistin cephesine gönderilmek üzere depolarda bekletilen cephane, erzak ve levazım depolarına yaptıkları sabotaj, Filistin cephesindeki savaşın seyrini Ingilizlerin lehine çevirmiştir.

İngilizlerin saldırısı ile başlayan, 31 Ekim-6 Kasım 1917 tarihleri arasında yaşanan Üçüncü Gazze Saldırısı üç safhada yürütülmüştür. Birinci safhada Bîirü’s-Sebi Muharebesi ve ele geçirilmesi, ikinci safhada Gazze’ye Taarruz, üçünsü safhada da El Hurira – El Şeria’ya taarruz edilmesi ve Türk sa vunma hattının yarılması olarak sıralanabilir.
Bu savaşta en kritik konu; yeni inşa edilen tren hattı sayesinde her geçen gün güçlenen General Allenby komutasındaki güçler karşısında lojistik hattı sürekli kesintiye uğrayan Osmanlı ordusuna karşı, General Allenby tarafından taze güç olarn süvari birliklerinin çok doğru bir şekilde kullanılmasıydı.
Tuğg. Şükrü Mahmut Nedim’in Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan ve ATESE arsivinde mevcut askeri raporlara dayanarak hazırlmış olduğu Filistin Cephesi (1914-1918) isimli eserinde, Üçüncü Gazze Saldırısından çıkartılacak derslere ilişkin aşağıdaki hususlara dikkat çekmiştir.
– Türk askerinin sosyal yapısını, psikoloji sini ve kapasîîesmi bilemeyen Alman subayların. Yıldırım Orduları Gru bu, ordu, kolordu ve tümen komutanlıklarına getirilmeleri, başarısızlığı hazırlayan önemli faktörlerden biri olmuştur.
– Birliklere gönderilen emirler Almanca yazılmıştır. Bilahare Türkçe’ye çevrilen bu emirlerin, yerine getirilmesi zaman alıcı olmuş, bazen de emrin özünden bazı sapmalar yaşanmıştır
– Alman General von Cris’in çok gururlu olması, başkasının görüşü ne saygı göstermeyip sadece kendi dogmalarına bağlı kalması ve 7. Ordu ile koordineye girmemesi, hezimeti hazırlayan diğer bir faktördür.
– Kıtaatlar zamanında teşkillenip, zamanında cepheye sevk edilebilselerdi, Ingilizlerin taarruzu şüphesiz durdurulabilirdi
Maalesef ki cepheden ayrılmış olsa da Mustafa Kemal Paşa’nın, Üçüncü Gazze Saldırısının malübiyetle sonuçlanmasına giden tüm hatalara ilişkin öngörü ortaya koymuş olmasına karşın, bu ve benzeri ayrıntıda olan bir çok hususun dikkate alınmamış olması sebebiyle 13 Kasım 1917’de Osmanlı güçlerinin geçri çekilmesi kararı verilmiş ve bu çekilme harekatı 24 Kasım’a kadar sürmüştür.
5 Aralık 2017 tarihinde İngilizlerin Kudüs hattına yaptığı saldırı soncu, savunma hattının dayanmaması sebebiyle Kuduş boşaltılmak zorunda kalınmış ve 11 Aralık 2017 tarihinde General Allenby kendisi için yerel halk tarafından hazırlanan büyük bir tören ile Kuduse girmiştir.

Daha önce belirttiğim üzere, başta General Falkenhayn ve Alman Karargahının tepkisizliği ve iletişindeki sıkıntılara ilişkin sürekli sorunları dile getiren fakat ilerleme kaydedemeyen Cemal Paşa da, İAralık 1917’de bir daha dönmemek üzere Şam’dan ayrılmıştır. Böylece tüm Hicaz, Filistin, Suriye ve Irak’m savunması 12 Ocak 1918’ den itibaren Yıldırım Orduları Grubuna devredilmiştir. Bu tarihten itibaren Falkenhayn ile Türk Başkomutanı Yardımcısı Enver Paşa arasın da sürekli sürtüşmeler hasıl olmuştur. Enver Paşa ile Falkenhayn arasındaki sürtüşmeler, General Falkenhayn’m istifasıyla sonuçlanmış ve Şubat 1918’de Almanya’ya gitmek üzere görevinden ayrılmıştır.
Bir önemli ayrıntını daha altını çizmek istiyorum; Almanların, Filistin’de ikamet eden Alman asıllı Yahudilerle işbirliği yaptıkları, bu Yahudileri korudukları, Yahudilerin ise Almanlardan aldıkları bilgileri İngilizlere aktardıkları bir çok hatıra da yer alamaktadır.
Türk Kurmay Albayı Hüseyin Hüsnü Emir “Yıldırım” adlı kitabında Yahudi – Alman işbirliğinin boyutlarını şu anısı ile örneklemiştir :
“Nasırıye’de, Yıldırım Orduları Grubu karargâhında daha önce bir Alman kurmay subayı na tahsis edilen bir odada bulunuyordum. Odanın kapısına Alman Subayını ismi tebeşirle yazılıydı. Aynı odada yattığım için, bir gün daha gece kıyafetim üstümde iken odama, yanıma sivil giysili bir kişi girdi. Üzerimde gece uyku kıyafeti olduğu için, benim Türk subayı olduğumu anlayamadı ve Almanca olarak aramızda şu konuşmalar geçti ; Hayfa’da müderrislik yaptığını ve isminin Feldman olduğunu ifade ettikten sonra, Mareşal Falkenhayn’a iletilmek üzere bir talebi olduğunu belirtti. Talebi şu idi : Türkler Yahudilere çok büyük baskılar yapmaktadırlar. Yahudilerin ve Almanların Filistin’ıdeki ortak çıkarları gereği bölgeye daha önceden gelip yerleşen, çoğu Alman asıllı Yahudiler Mareşal Falkenhayn’ın himayesine girmek istemektedirler. Kendisine Falkenhayn’la iletişim kurma fikrinin kimden verildiğini sorduğumda Hayfa’daki Alman Konsolosu cevabını verdi. Kendisinden ikametiyle ilgili gerekli soruşturmayı yaptıktan sonra talebini Faikenhayn’a ileteceğimi vadederek salıverdim ve Hayfa Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’ndan bu adamın derhal yakalanmasını istedim.”
Kudüs’ün İngilizlerce ele geçirilmesinden sonra, İngiliz Savaş Bakanlığı bölgeyle ilgili yeni bir durum değerlendirmesi yapmış ve yeni plânlar hazırlama gayretine girmiştir. Ortada iki plan olsa da Ingiliz Başbakanı Lloyd George’un savunduğu; “Almanya’yı yenebilmek için. Alman müttefiklerine ağır. darbeler indirilmeli, bu müttefiklerin savaşma kabiliyeti safdışı bırakılacak olursa Almanya’nın teslim olmak zorunda kalacaktır” tezi ağırlık kazanmış ve Filistin cephesinde Osmanlıya ağır vir darbe indirerek savaşın sonuçlanması fikti galip gelmiştir.
Osmanlı tarafında ise Kudüs yenilgisi sonrası ordu yapılanmasında reorganizasyona gidilmiş, General Falkenhayn yerine yine bir alman olan General Otto Liman von Sanders getirilmiş ve General Sanders 27 Şubat 1918’de görevine katılmıştır.

Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanan General Sanders, Generel Falkenhayn aksine karargâhının tamamına yakınını Türk Kurmay Subaylarından oluşturdu. Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı Kurmay Başkanhğı’na Kâzım Paşa’yı getirdi. General Sanders’m Gelibolu cephesinde gösterdiği üstün başarılardan dolayı Türklerin ileri derecede güvenlerini sağlamıştı.
Mustafa Kemal Paşa’ya dönersek, Ekim 1917’de İstanbul’a gider Paşa Aralık 2017’e kadar İstanbul’da kalmış, 15 Aralık 2017-4 Ocak 2018 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi’nin yaveri olarak Almaya’da Veliahta eşlik etmiştir.
Sonrasında Mayıs 1918’de böbrek rahatsızlığı sebebiyle tedavi için İstanbul’dan Viyana’ya hareket etmiş ve dönemin pandemik hastalığına da yakalanması sebebiyle Ağustos 1918’e kadar Avrupa’da kalmış ve nihayet 5 Ağustos 1918 tarihinde İstanbul’a dönmüştür.
7 Ağustos 1918 tarihinde tekrar 7. Ordu Komutanlığına atanmış ve 18 Ağustos 1918 tarihinde yeni görev yerine katılmıştır.
Eylül 2018’e kadar karşılıklı hamleler yapılsa da, her iki taraf için de ciddi bir ilerleme kaydedilemedi. Fakar Eylül 2018 ve sonrası gidişat süreki olarak İngilizlerin leyhine olarak gelişti.

General Allenby Komutasındaki İngiliz Ordusu, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın komutasındaki Arap milisleri ile koordineli olarak, 19 Eylül 1918’de Nablus güneyinde batıdan-doğuya doğru 8, 7 ve 4. Orduların savunduklari mevzilere karşı büyük bir saldırı başlattı. Nablus Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu çatışmalarda; Yıldırım Ordular Grubu bozguna uğramış, Cevat Paşanın 8.Ordusuyla kuruluşundaki Albay Refet (Bele)’in 22.Kolordusu imha olmuş, Mustafa Kemal’in 7.Ordusuyla kuruluşundaki Ali Fuat Paşanın (Cebesoy) 20.Kolordusu ve Albay İsmet (İnönü)’in 3.Kolordusu ağır zayiat vermiştir.
Bu Meydan Muharebesi’nden sonra, Filistin’de (Batı Şeria) yeni bir savunma hattı tesis edemeyen Sanders, Şeria Nehri doğusuna geçerek, imhadan kurtulma, Dera-El Müzeyrip hattına çekilme, bu hattı savunarak düşmanın eline geçmesi halinde Anadolu’nun güneyinden yumuşak karnını tehdit edebilecek olan Suriye’yi kurtarma gayreti içine girmiştir.
7.Ordu Komutanı Mustafa Kemal, 8.Ordu Komutanı Cevat ve 4.Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşalar 25-26 Eylül 1918 gecesi Dera’da buluştular. Birlikler dağınık bir şekilde Dera istikametinde geri çekiliyorlardı.

Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığından verilen emirden:“7.Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşanın çekilen kuvvetlerin başında kalacağı ve Şam’ın savunmasını hazırlamak üzere, 4.Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşanın Şam’a gideceği” öğrenilmişti.

4.Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşa, Şam’ın savunmasını tesis etmek için elinde yeterli kaynak olmaması sebebiyle görevi başaramayınca, birlikler düzensiz bir şekilde Halep istikametinde çekilmeye başladılar. İngilizler ve Araplar’ın kesin olarak Şam’ı işgal ettikleri 1 Ekim 1918’de; Yıldırım Ordular Grubu ve 20.Kolordu Karargâhları Baalbek’te, 7.Ordu Karargâhı Rayak (Riyak)’ta, 4.Ordu Karargâhı Şam-Rayak yolunda, 3.Kolordu Eski Han’da, 48.Tümen Şetvar’da bulunuyorlardı.

Mustafa Kemal, 1 Ekim 1918’de Şam’ın İngilizlerin eline geçmesinden sonra, Şam-Rayak (Riyak) hattında savunmanın devam edemeyeceğini değerlendirerek, birliklerine Halep istikametinde çekilme emri verirken, Liman Von Sanders ise bulunulan mevzilerde savunmaya devam edilmesi direktifini verir.
Mustafa Kemal, Liman Von Sanders’in verdiği emrin altına: “Gördüm. Benim emrimden başka türlü hareket etmek mümkün değildir” yazmıştır ve o gün kendisine şu cevabı vermiştir:
“Bugün, Ordu’ya verdiğim direktifin bu hal içinde uygulanmasının mümkün olmadığı bildiriliyor. Bu emrin içindekilere göre kapsamını orduların haline ve durumun bugünkü şekline yakından olan vukufum (öğrenme, haberi olma) itibariyle sözle açıklayacak olursam, zatı devletleriyle (şahsına ait, ) tüm olarak düşünce birliğinde bulunduğumdan kesinlikle kuşkum yoktur. Aslında benim emrettiğim hususlar, düşmanın baskısıyla kendiliğinden meydana gelecektir… Emrimde bildirdiğim surette hareket edilmediği takdirde, bundan sonra Orduya bir şekil dahi vermeye imkân kalmayacağını büyük bir itaatle arz ederim.”

Mustafa Kemal, 2-3 Ekim 1918 gecesini Baalbek’te geçirmiş, 3 Ekim 1918’de Liman Von Sanders’le buluşarak, durum değerlendirmesi yapmış ve düşüncesini: “Elde kalan 7. Ordu bir enkazdan ibarettir. Bunlar, Halep’te Suriye’nin kuzeyinde toplanmalı, bundan sonra yeni bir karar alınmalıdır” şeklinde ifade etmiş, Liman Von Sanders de ”Karar budur, fakat ben nihayet bir yabancıyım, bu kararı veremem. Bunu ancak, bu yurdun sahipleri verebilir” cevabını vermiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın “O halde, karar uygulanacaktır”demesi üzerine Liman Von Sanders “Yalnız ricam Kurmay Başkanı’nı da ikna eder misiniz?” cevabını vermiştir!

5 Ekim 1918 tarihinde eldeki mevcut güçler ile Ordu Karargahları Halep’e taşınmıştır.
Liman Von Sanders Sanders, “Türkiye’de Geçirdiğim 5 Sene” adlı eserinde, Türk Başkomutanlığı’nı özellikle Enver Paşa’yı şevkle ilgili tutumundan dolayı eleştirmişti. “Hicaz demir yolunu savunan birliklerin cephe hatlarma alınmamalarını ve Karmal dağ silsilesi boyunca yeni bir savunma hattının oluşturulmasını önerdikleri halde bu önerinin Enver Paşa tarafından reddedildiğini” ifade etmiştir.
Bu arada askeri stratejistlerce ; Ordu Komutanlarınca Suriye hattına çekilme teklifinin kabul görmemesi ve İngilizlerin saldırı ihtimalinin hafife alınması Filistin cephesinin kaderini belirleyen iki husus olarak gündeme taşınmaktadır.
Bu arada ordular, Suriye’ye çekilirken sağlıklı bir ulaşım hattı olmaması yerel halkın bu sürede destek vermemesi, İngiliz süvari birliklerini çok aktif kullanılması ve en önemlisi ikinci bir savunma hattı yaratmak için ikame planın yapılmamış olması sebebiyle çekilme sürecinde 65.000 civarında esir vermek zorunda kalmışlardır.
Bu arada Suriye’de eldeki mevcut güç ile; 1 ve 11.Tümenleri yeniden teşkilatlandıran Mustafa Kemal Paşa Halep’in güneyinde bulunan bu tümenlerin mevcutları ile birlikte, 5.500 kişiden olaşacak şekilde yeniden bir cephe oluşturulmasını sağlamıştır. Mareşal Liman Von Sanders tarafından lağvedilen 4 ve 8. Orduların Halep istikametinde çekilen birlikleri, Mustafa Kemal’in emrine verilmişti. Bu durum, Mustafa Kemal’i Suriye’ye tayin edildiği zaman, kendisi tarafından önerilen ama kabul edilmeyen teklifti zaten!
20 Ekim 1918 tarihine gelindiğinde; 8. Ordu Komutanı Cevat Paşa ve 4. Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşa orduları imha veya esir edildikleri için görevlerinden alındıklarından, tüm cephenin sorumluluğu 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşaya verildi.
23 Ekim’de yapılan saldırı sonrası bu mevkiyi de tutamayacağı anlaşılan 7. Ordu ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığının Antep’ çekilmesi, kararı verildi.
Mustafa Kemal Paşa’nın , birliklerini 28 Ekim 1918’de, İskenderun güneyi Beylan-Top Boğazı-Der el Cemal (Der Cemal)-Tel el Rifat-Ahterin ve doğuya uzanan hatta, Karargâhını da Raco’ya intikal ettirmiş bulunuyordu. Bu son savunma hattı olacaktı.
30 Ekim 1918 Mondros Müterekesinin imzalanması ile Liman Von Sanders’in görevi sonlanacak ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına Mustafa Kemal Paşa atanacaktır.

7 Kasım 1918 tarihinde ise Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı ve bağlısı 7. Ordunun lağv edilmesi sonrası Mustafa Kemal Paşa Ordu Komutanı sıfatı ile İstanbul’a dönecek ve Harbiye Nezareti emrine verilecektir.
SONUÇ OLARAK
İngilizlerin Hindistan ile bağını kesmek, coğrafyada üstünlük elde etmek ve İngiltere için çok önemli bölgede yeni bir cephe açmak için Osmanlı’yı bir maceraya sokmak isteyen Almanya bu amacında başarılı olmuştur.
Özellikle II. Kanal Harekatı sonrası yol savaş felsefesini değiştiren İngiltere Arap Yarımadasındaki planlarını çeşitli saiklerle erkene almış ve Çanakkale Savaşı sonrası tüm gücünü bu cephete aktarmıştır.
Serif Hüseyin ayaklanması sonrası savaş geri hattı tehlike içine düşen, lojistik destek imkanı neredeyse yok denecek seviyeye inen Osmanlı ordusu için bir de Generel Falkenhayn’ın izlediği politika sebebiyle yönetim kadrosu arasında çıkan huzursuzluk eklenince uzun süreli bir savunma hattı oluşturulmasını imkansız hale gelmiştir
20 Eylül 1917’de Mustafa Kemal Paşa’nın sunmuş olduğu önerilerin dikkate alınmaması neticesinde, süreç sadece bir yıl geçiktirilebilmiş ama raporunda belirttiği sosyolojik, ekonomik ve askeri gerekçeler çerçevesinde sonuç maalesef ki beklenildiği gibi olmuştur.
Kudüs’ü kaybedilmesi sonrası, yerel halkın desteğinin neredeyse tamamın kaybedilmesi, olası geri çekilme için yeterli ekipman (otomobil, yük hayvanı vb) ile raylı ulaşım imkanlarının olmaması, tüm uyarılara rağmen Limon Van Sanders’in geri çekilirken geri savunma hattı planının bulunmaması gibi sebeplerle, çekilme sürecinde hem asker hem de malzeme zahiyatı çok yüksek olmuştur.
Bunlara ilave olarak General Allbany, özellikle Ağustos 1917- Eylül 1918 arasında hem istihbarati, hem lojistik hem de personel takviyesi anlamında çok başarılı bir çalışma yapmış ve coğrafyanın da özelliklerini göz önüne alarak süvari gücünü çok maharetli bir şekilde kullanmıştır.
Tarih boyunca, durum tespiti doğru bir şekilde yapılmamış, imkan ve kabiliyetler ile coğrafi etkiler doğru değerlendirilmemiş harekatlarda olduğu gibi Filistin cephesinde de; özellikle Şerif Hüseyin İsyanı sonrası, arka hattının güvenliği tam olarak sağlanmamış bir cepheyi Alman Komuta kademesi ve Almaya’nın gizli çıkarları paralelinde savunmaya çalışmanın maliyeti çok yüksek olmuştur.
Yorumlar kapalı.