Türkiye’de Neo-Osmanlıcı düşünce tarzı yaygınlaşmaya başladıktan sonra, bu fikri takip edenlerin ağzından en çok duyduğumuz “Biz Fatih’in, Yavuz’un, Abdülhamit Han’ın torunuyuz” söylemi sonrası, biraz da nükte ile karışık olarak hep aklıma;Devleti Aliyye’nin 18. hükümdarı I.İbrahim veya yaşadığı sağlık sorunları sebebiyle kendisine sonradan atfedilen lakap olan “Deli İbrahim” torunu olarak kimsenin kendisini adlandırmadığı gelir :)
Kimse konu açılınca “Ben de Deli İbrahim’in torunuyum” demiyor mesela…
Yok yok hemen kızmayın konu ne neo-osmanlıcı düşünce, ne Devleti Aliyye ne de Osmanoğlu ailesi, bugün ele almak istediğim konu, hazır I. İbrahim’in bahsi açılmışken döneminin ünlü isimlerinden birisi olan ve tarihte bir çok isimle anılan Hüseyin Efendi ve günümüze yansımaları yani çağımız Hüseyinleri
Kimine göre Cinci Hoca, kimine göre Safranbolulu Hüseyin Efendi, resmi kayıtlara göre de Anadolu Kazaskeri Hüseyin Efendi olarak bilinen tarihi şahıs Safranbolu’nun ünlü şeyhi Mehmet Çelebi’nin oğludur.
Çocuk yaşta annesi ile İstanbul’a gelen Hüseyin Efendi Unkapanı’nın iç taraflarında Fil Yokuşu’nda Hâmid Efendi Medresesi’nde kalmıştır. Eğitim hayatıda gösterdiği başarıya rağmen efsunculuğa olan ilgisi sebebile süreli olarak eleştiri almıştır
Hocası Şeyh Mehmed Çelebi kadı olarak İzmir’e tayin edildiğinde, çevresindekiler Hüseyin Efendi’yi de beraberinde götürmesi hususunda ısrarda bulunduklarında kabul etmemiş: “Be hey efendi! Bizim ırzımız vardır. Avrat ve oğlana efsûn okuyan bir sehhâr-ı nâ-bekârı/büyücü, serseriyi bile götürüp mansıbımızda bed nam (kötü ün sahibi mi) mı olalım” diye cevap vermiştir. Israrlara rağmen hocası tarafından İzmir’e götürülmeyen Hüseyin Efendi, bir sene geçmeden efsunculuk sayesinde saraya girmiştir
IV. Murad’ın ölümünden sonra tahta çıkan I.İbrahim baş ağrısı ve benzeri şikayetler sebebiyle çare ararken, Hüseyin Efendi’nin babasından öğrendiği efsun ve dini olarak nitelendirdiği ritüeller ile Sultan’ın ağrılarını ilk başlarda dindirmiş ve daha önemlisi de Mahpeyker Kösem Vâlide Sultan’ın güvenini kazanarak saraydaki yerini sağlamlaştırmıştır
SARAY’a adım atmakla kalmayan Cinci Hoca Hüseyin Efendi, medrese eğitimini bitirmemiş olmasına ve Şeyhülislam Zekeriyya-zâde Yahya Efendi’nin uygun değildir demesine karşın Sahn-ı Semân ve Süleymaniye Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir Daha devlet erkanı bunu sindirememişken arkasından İstanbul Kadılığı, Anadolu Seraskerliği ve Padişah Hocası ünvanlarını da almıştır
Padişahın Hocası ünvanı ile I.İbrahim’in yanından hiç ayrılmayan ve hatta Valide Sultandan bile ona yakın olan Hüseyin Efendi, dönemin ulemasına göre ilmi yeterliliği ve devlet tecrübesi olmadığı halde, tayin ve görevden almada padişaha yakınlığını kullanarak şeyhülislamın yetkisine dahi müdahale etmiştir. Medrese
eğitimini bile tamamlamamış birinin liyakata göre değil de ilişkileri ile bu mertebeye yükselmesi dönemin uleması ile devlet erkanında hoşnutsuzluğa sebebiyet vermiştir
Devleti Aliyye’nin gelirlerini artırmak ve giderlerini azaltmak için düzenlemeler yapmak isteyen Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı önünde engel olarak gören Hüseyin Efendi’nin telkinleri ve özellikle saray ahalisinin giderlerin azaltılmasından duyduğu rahatsızlığı da kullanması sebebiyle, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ayak oyunları sonucu öldürülmüş ve Cinci Hoca Anadolu Kazaskerliği payesi verilmiştir.
Bu arada atamalarda etkin rol oynamaya başlayan Hüseyin Efendi kadılıkları ve devlet görevlerini liyakata göre değil de, para ve nüfus karşılığı olarak dağıtmaya başlamıştır.
Kazasker Hüseyin Efendi’nin fütursuzca bu yetlileri kötüye kullanarak paraya tahvil etmesi ve bu işleri artık aleni olarak kimseden çekinmeden yapması sonucu, olanlar padişahın kulağına kadar gitmiş ve 1647’de önce İznik’e oradan da Gelibolu’ya sürgün edilmiş ama kısa süre sonra İstanbul’a geri dönmüştür
Bir yıl sonra I İbrahim’in öldürülmesi ve yerine IV. Mehmet’in geçmesi ile hamisini kaybeden Hüseyin Efendi için de sonun başlangıcı olacaktı bu süreç …
IV. Mehmet’in tahta çıkması sonrası askere dağıtılması gereken culus bahişi için yeterli kaynak olmaması sebebiyle, ilave vergi alınmasına karar verilmiş, Hüseyin Efendi için uygun görülen miktarda 200 kese altın olmuştur. Fakat Hüseyin Efendi bu kadar varlığının olmadığını iddia ederek itiraz etmesi, devlet erkanında hoşnutsuzluk yaratmıştır.
Evliya Çelebi, yazılarında I.İbrahim’in hazineyi Cinci Hoca, Şekerpâre, Telli Haseki gibi kişiler başta olmak üzere yakın çevresindekiler için harcadığını belirtmiştir. Çünkü bunların padişahın yanından bir an bile ayrılmadıklarını hatta padişaha sadrazam ve validesinden daha yakın olduklarını ve bu sayede kendilerine büyük gelirler tahsis edildiğini ifade etmiştir
Neyse konuyu uzatmayalım; itirazına değer verilmemesi ve konunu araştırılması için bizim Cinci Hocanın evinde yapılan aramada 3.000 kese altından fazlasının bulunduğu, bahçede yapılan kazılar, yakınlarına emanet edilen paralarla birlikte bir servet ele geçirilmiştir Hatta culus bahşişi olarak dağıtılan 1.958.400 duka altının 1.920.000’nin Cinci Hoca’nın parası olduğu ünlü tarihçi Robert Mantran’ın İzanlı Osmanlı Tarih kronoojisi isimli eserinde belirtilmiştir
Sonradan yapılan incelemelerde; İstanbul’da samur kürkü ticaretinin tek elden Cinci Hoca tarafından yürütüldüğü, karaborsacılık yapıldığı ve efsunculuk işlerinde kadınlara, son dönem bizim de yazılı ve sosya medyada çok sık duyduğumuz ve gördüğümüz şekilde, tacizlerde buşunduğu ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak idam edilen Hüseyin Efendinin mallarına el konulsa da, atamalarının yapılmasını sağladığı kadı ve devlet görevlilierinin, liyakat yerine verilen rüşvetin miktarına göre seçilmiş olması sebebiyle toplumsal bozulma için barajdaki ilk çatlak oluşturulmuştur.
Her dönem I.İbirahim gibi yöneticilerin zaaflarından yararlanmak isteyen Cinci Hoca Hüseyinlerin olabileceği ve bu şarlatanlar ile zaafı olan yöneticiler sebebiyle devlet düzeni ile toplumsal ahlaki değerlerin oluşturduğu barajda çatlak oluşmasının önüne geçmek adına; devletin her kademesinde atamalarda LİYAKAT ‘ın esas alınmasının önemi unutulmamalıdır.
Diğer taraftan bu tarihi vakadan yola çıkarak; Hüseyinlerin ömrünün de sırtını dayadığı İbrahimler kadar olduğu, sonraki muktedir ile Hüseyinlerin çıkarlarının örtüşmemesi durumunda; Hüseyinlerin hem madden hem de manen geçmişte yaptıkları usulsüzlüklerin hesabını vermekle yüzleşmekten kaçamayacaklarına ilişkin olarak;
tarih tekerrüden ibarettir sözünü hatırlatmakta fayda var.
Kalın sağlıcakla.
Yorumlar kapalı.