Kimse ne zaman başladığını tam olarak hatırlamıyordu. Ama herkes farkındaydı.
İnsanlar artık birbirlerine selam vermiyordu. Göz göze gelmemeye alışmışlardı. Masalarda oturanlar sohbet etmek yerine telefonlarına bakıyordu. Yan yana yürüyenler bile, parmakları ekranın üzerinde gezinirken birbirlerini fark etmiyordu.
Eskiden kahkaha sesleriyle dolu olan sokaklar şimdi sessizdi. Parklar, meydanlar, evler… Her şey giderek renksizleşmişti. İnsanların yüzlerinden gülümsemeler silinmişti. Belki farkında bile değillerdi ama artık kimse gerçekten mutlu değildi.
Sanat bile bu değişimden nasibini almıştı. Eskiden ruhları besleyen tablolar, heykeller, melodiler… Hepsi, insanlarla birlikte solmuştu. Galeriler hâlâ vardı, ama kimse oradaki resimlere gerçekten bakmıyordu. Çünkü artık kimse hissetmiyordu.
Ta ki o gün, küçük bir çocuk annesiyle birlikte sanat merkezine adım atana kadar.
Bilinmeyen Bir Resim
Sanat merkezi soğuktu. Duvarlarda asılı resimler, geçmişten kalan anılar gibiydi. İnsanlar, sergilenen eserlerin önünden geçiyor ama hiçbiri uzun uzun durup bakmıyordu. Sadece göz gezdiriyor, sonra yürüyüp gidiyorlardı.
Ama küçük çocuk… O farklıydı.
Annesinin elini tutarak yürürken bir şey hissetti. İçinde hafif bir kıpırtı… Tanımlayamadığı bir his. Adımları kendiliğinden hızlandı. Sanki kalbi onu bir yere çağırıyordu.
Ve sonra, köşede durdu.
Tozlanmış bir çerçeve… Eskimiş, neredeyse unutulmuş bir tablo… İnsanlar yanından geçip gidiyordu. Gözleri resme kaymıyor, sanki orada hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlardı. Ama o oradaydı. Ve şimdi bir çift küçük göz, onu gerçekten görüyordu.
Resimde bir çocuk vardı.
Ve o çocuk gülümsüyordu.
Ama bu sıradan bir gülümseme değildi. Dudaklardan çok, gözlerde ışıldayan bir gülümsemeydi. Öylesine gerçek, öylesine içtendi ki… Sanki tablonun içinden dışarı taşacak kadar güçlü bir kahkahaydı bu.
Çocuk, bir an duraksadı. İçinde garip bir sıcaklık hissetti. Tanıdık ama unutulmuş bir şeydi bu. Sonra, gözleri büyüdü. Dudakları hafifçe titredi.
Ve aniden, sanat merkezinin duvarlarında yankılanan bir ses duyuldu.
Bir kahkaha.
Küçük çocuğun saf, içten kahkahası.
Gözleri Parlayan İnsanlar
Önce kısa bir sessizlik oldu. İnsanlar duraksadı. Sonra, yavaşça başlarını kaldırdılar.
Önlerinde, yıllardır fark etmedikleri bir tablo duruyordu. O güne kadar kaç kez yanından geçmişlerdi kim bilir? Ama onu hiç görmemişlerdi. Şimdi ise, ilk kez gerçekten bakıyorlardı. Ve ilk kez, içlerindeki o unutulmuş duyguyu hissediyorlardı.
Derin bir nefes alındı. Sonra birinin dudağı kıpırdadı. Hafif bir tebessüm belirdi. Bir başkası gülümsedi. Ve sonra bir diğeri…
Sanat merkezinin içindeki soğuk hava yavaşça dağıldı. İnsanların yüzleri ısınmaya başladı. Kimileri, uzun zaman sonra ilk kez hissettikleri bir duygunun farkına varıyordu.
Dışarı çıktıklarında, şehir de değişmişti sanki. Gökyüzü biraz daha parlaktı. Ağaçlar biraz daha yeşil. İnsanlar yanlarından geçerken göz göze gelmeye başladı. Birisi, belki de yıllardır kimseye söylemediği o basit kelimeyi fısıldadı:
“Merhaba.”
Ve tam tablonun altında, küçük, soluk bir yazı vardı. Yıllardır kimsenin okumadığı ama hep orada bekleyen kelimeler:
“Mücevherleri yoktu, ama gözleri ışıl ışıldı. Ve bu, dünyadaki en gerçek ışıktı.”
Kim yazmıştı bu sözü? Ressam mı? Bir zamanlar bu tabloyu gören biri mi? Kimse bilmiyordu.
Ama artık bir önemi de yoktu.
Çünkü insanlar anlamıştı.
Gülümsemek, en büyük hazineydi.
Yorumlar kapalı.