7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e yapmış olduğu saldırı sonrasında, coğrafya ısınmaya başladı ve Ukrayna-Rusya gerginliği arka plana itilerek tüm gözler Ortadoğu’ya çevirildi.
Peki, olanları anlayabilmek için bu kadar yakın perspektif yeterli olur mu yoksa filmi biraz başa mı sarsak acaba?
Soğuk Savaş ile birlikte ABD ekonomi ve dış siyaset gücünü ciddi anlamda kullanarak “Demokrasi” kavramının altını çizmiş ve refahın altın anahtarı olarak demokrasiyi göstermiştir.
20. yy başlarında ortaya Woodrow Wilson ile başlayan “kendi kaderini şekillendirme hakkı” felsefesi, 20. yy sonralarında ABD dış siyasetinin şekillendirilmesindeki fikir önderlerinin birisi olan Fukuyama’nın “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabı ile düşüncenin ete kemiğe bürünmüştür.
Soğuk savaş dönemi, özellikle birinci öncelikli olarak post-komünist Avrupa ülkelerini serbest pazara teşvik edip sonrasında da kültürel değişime uğramalarında elde edilen başarı liberal demokrasinin zaferi olarak görülmüş ve sonrasında bu model sorunlu tüm alanlarda kullanılmaya başlanmıştır.
Arap Baharı ve Turuncu Devrim ise bu amaçla çıkılan yoldaki en kritik ve önemli kilometre taşlarıdır. Niye mi derseniz, her ikisi de soğuk savaş sonrası değişeceği öngörülen güç dengesinin AB-ABD lehine evrilmesi için atılan adımlardır.
Turuncu Devrim’den, Rusya-Ukrayna savaşına giden yolda olanları zaten Sırça Dükkanındaki Fil (*) isimli yazımda ayrıntılı bir şekilde anlatmıştım. Bu sebeple yazının daha fazla uzamaması adına o bölümü geçiyorum.
Şimdi gelelim Ortadoğu’da olanlara!
11 Eylül saldırısı sonrası George W.Bush (Oğul Buş) iktidarı terörün üstesinden gelmek için kullanılması gereken tek silahın DEMOKRASİ olduğunu dile getirmiştir.
Bu arada rastlantı eseri olarak da yine 20.yy son dönemi ABD önemli düşünce önderlerinden birisi olan Huntington 1993 yılında Foreign Affairs Dergisinde “Medeniyetler Çatışması” tezini ortaya atarak, Oğul Buş taraftarlarına Ortadoğu için güzel bir muz orta yapıyordu.
Oğul Buş’un ikinci başkanlık döneminin Dış İşleri Bakanı olan, ve bence Gertrude Bell ile çok ortak noktası olan, Condoleezza Rice tarafından özellikle Genişletilmiş/Büyük Ortadoğu Projesi, önce dillendirilmiş sonra da hayata geçirilmesi için adımlar atılmaya başlanılmıştı.
Demokratikleşme(!) zarfı içerisinde Ortadoğu’ya gönderilen bu mektup, hem muhattaplarınca okunmamış hem de ABD içerisinde ciddi fikir ayrılıklarına sebep oldu. Oğul Buş’un bu adımı demokratikleşme hareketi yaratmaktan çok, stratejik çıkarlarına ve prestijine zarar verecek bir etki yaratmış ve Ortadoğuda istikrarsızlığa yol açacak bir sekteryanizme evrilmiştir.
Tam bu kargaşa ortasında bir de ABD’de Obama gibi Oğul Buş ile taban tabana zıt fikirleri olan bir lider Beyaz Saray’da ikamet etmeye başlayınca çarşı pazar karışmıştır.
Oğul Buş’un militarist yaklaşımına karşı Obama Arap Baharı, Irak ve Suriye politikalarındaki pasif politikaları bölgede İran etki alanının artmasına sebep vermiştir.
Gerek ABD’de gerekse uluslararası arenada Obama’nın; Arap Baharı sürecinde ülkelerde yeni lider rolü oynayan aktörler ile gelişmeleri doğru okuyamadığı, bu çerçevede de “demokratikleşme” ile “bölgede radikal İslamcıların güçlenmesi” arasında değerlendirmeyi doğru yapamadığı sürekli olarak gündeme getirilmektedir.
Obama’nın pasif olarak isimlendirilen politikalarının tam da arkasından biraz sıra dışı olarak görülen Trump’ın, seçim kampanyası boyunca, ABD’yi Ortadoğu’daki çatışma ve kirli savaşların dışında tutacağını iddia etmesine karşın ilk ziyaretlerinde Ortadoğu’yu tercih etmesi o dönem akılları karıştırdı.
Arkasından bir de Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) veya diğer adıyla İran Nükleer Anlaşması’ndan ABD’nin çekilmesi ve İran’ın Ortadoğu’daki terörü desteklediğini iddia ederek yeni yaptırımları gündeme getirmesi ve ABD İsrail Büyükelçiliğinin 2017 yılında Kudüs’e taşınması ile birlikte; ABD Obama dönemi siyaseti bir taraf bırakarak İran’ın Ortadoğu’daki etki alanının artmasının önüne geçilmesine yönelik adımlar atacağının net olarak göstermiş oldu.
Buraya kadar olanları özetledikten sonra, müteakip dönemi daha net anlatabilmek adına bir kavramı açıklamam gerekiyor “VEKÂLET SAVAŞLARI”
İkinci Dünya Savaşı sonrası savaşın sosyal, ekonomik ve kültürel yıkıcı etkilerini yaşayarak öğrenen toplumlar, hatalarından ders alarak uluslararası kuruluşları (BM, NATO vs) yaratarak güvenliklerini belli kurallar çerçevesinde garanti altına almaya çalıştılar. Bunun artısının mahallede birleşen çocuklara yan mahalledekilerin saldıramaması olmasına karşın, mahalledeki haşarı çocuğun da yan mahallenin evlerinin camına taş atmasını engelleyen bir mahsuru oluşmuştu.
İşte bu noktada, “Vekâlet Savaşı” kavramı çıktı ortaya; böylece ülkeler savaşı özelleştirmiş, askeri asimetri yaratmış ve savaşın demilitarizasyonu sağlamış olacaklardır. Ne dedi bu adam diyenler için kısaca; yan mahalledeki bir çocuğa para veya oyuncak vererek yan mahalledeki camların kırılmasını sağlıyorsun.
Soran olursa ben yapmadım, ama taşı atan hedef gözetmeksizin atış yapma şansına sahip böylece etkisi de katlanarak artıyor ve en önemlisi işin bitince mahalleden atabiliyor yâda hayatından çıkartabiliyorsun. Yani bildiğin kâğıt mendil, kullanışlı ve her çöpe atılabilir.
Bu tanımlamayı da yaptıktan sonra kaldığım yerden devam edeyim.
ABD’nin Suriye ve Irak’dan fiili olarak çekilmesi sonrası İran’ın etki alanını azaltmak için bir Vekil’e ihtiyaç vardı ve o vekil YPG olarak seçildi. Fakat bu sadece İran’ın etki alanının artması için atılmış bir adımdı peki ya azaltılması için ne yapılması lazım?
2016 yılında Suudi Arabistan’ın Şii din adamı Şeyh Nemr Bakır El-Nemr’i idam edilmesi sonrası Tahran karışmış ve Suudi Büyükelçiliği saldırıya uğramıştı. Sonrasında ise Riyad tek taraflı diplomatik kanalları kapatmış ve 2021’e kadar da o kanallar kapalı kalmıştı.
10 Mart 2021’de Çin’in arabuluculuğu ile Pekin’de İran ve Suudi Arabistan ilişkileri düzeltme ve diplomatik temsilcilikleri yeniden açma konusunda anlaştı.
Artık çok kutuplu dünya düzenine geçişte yeni oluşan kutup olan Çin, Rusya ve İran yanlarına yeni yol arkadaşları eklemek için çalışmalara başlamışlardı. Öncelikli olarak İran’ın etki alanının artması ve güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Böylece yan mahallenin büyük abisine yavaş yavaş tavşan adımları ile yaklaşma süreci başlamış oldu.
Diğer taraftan Suudi Arabistan ve İran’ın BRİCS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) üyeleri arasına katılmasının gündemde olduğu bir dönemde, Tahran-Riyad hattındaki yakınlaşma, yeni mahallede kurulacak ve eski kulüplere rakip “Yeni Bir Kulüp olan BİRCS” gündeme taşımış oldu.
Nisan 2022’de OPEC + ülkelerinin (Rusya, Azerbaycan, Bahreyn, Brunei, Kazakistan, Malezya, Meksika, Umman, Sudan) üretimi azaltılmasına yönelik kararı, BRİCS ve Şangay İşbirliği Örgütü (Çin, Hindistan, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Rusya, Tacikistan) genişleme çabalarına bir de Suudi Arabistan ve İran’ın yakınlaşması eklenince yan mahallenin abisi olan ABD için tehlike çanları çalmaya başladı.
ABD tarafında dile getirildiği şekli ile “Obama döneminin hatalarının faturasının ödenme zamanı yaklaşıyordu”.
Geçmişten günümüze kısa bir tur yaparak, olan olayları ve etkilerini anlatmaya çalıştım. Şimdi gelelim günümüze.
7 Ekim saldırısı sonrası İsrail’in savaş suçu niteliğindeki karşılığına, sessiz kalan Arap Yarımadasından sadece VEKİLLER seç çıkartabildi. Ve geldik vekalet savaşlarına yine…
Saldırı sonrası fiili tepkiler sadece Lübnan Hizbullahı ve Yemen’in Babu’l Mendep Boğazı’nın kapatılmasına yönelik saldırılar ile kısıtlı kaldı. Bunları da vekillerin hamleleri olarak adlandırırsak yanlış olmaz. Yemende olan olayları ve etkilerini “Güneş Çarığı, Çarık Ayağı Sıkıyor” (**) isimli yazımda gündeme getirmiştim, orada da görüleceği üzere dünya ticaretinde etki yarattı.
Mart 2024’ün son haftası İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi’nin Tahran’da, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniyye arkasından da Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyade en-Nahale ve beraberindeki heyet ile görüşmeleri sonrasına denk gelecek şekilde 1 Nisan tarihinde Şam’daki İran Konsolosluğuna yapılan saldırı da bölgenin nabzını yükseltti.
Arkasından taraflarca açıklamalar gelse de, yine fiziki tepki sadece vekillerden yani Lübnan Hizbullahı’ndan geldi.
Şimdi sorulması gereken soru şu; ortadoğu’da İran’ın etki alanını kısıtlamak için atılan bu adımlarda İran’ı sürekli İsrail üzerinden boks ringine çekmeye çalışan ABD hamlelerinde başarılı olabilecek mi?
Bunun çok kutuplu dünya düzeninin saf belirleme sancıları olduğunu defalarca söylemiştim. Burada İran’ın yalnız olmadığı, olası tepkilerde Rusya ve Çin’in de ringe girmek zorunda kalacağı göz önüne alınırsa, gerginliğin bu ülkelerin katılımı ile kısa sürece tırmanmayacağı düşüncesi tarafındayım.
Tepkilerin ekonomik olarak (enerji fiyatlarında artış vs) , fiziki karşılığın ise yine seçilecek vekillerce vekalet savaşı yolu ile verileceği düşüncesindeyim.
Fakat unutulmaması gereken bir husus var; ABD Obama döneminde yapıldığı değerlendirilen hataların telafisi için bu süreci sonuna kadar yürütecek, tam olarak olmasa bile Condoleezza Rice’ın gündeme taşıdığı coğrafi değişikliklerin bir bölümünü hayata geçirmek için çaba sarf edecektir.
Yani bir süre daha çok kutuplu dünya düzenine geçişin sancılarını yaşayacağız.
Borsa yatırımcıları olarak bizlerin; bu ve benzeri krizlerin içinde bulunduğumuz coğrafyanın bir gerçeği olduğunu, fakat dezavantaj olarak görülen bu hususun zaman içerisinde atılacak doğru adımlarla çok büyük fırsatlara dönüştürülebileceğini unutmadan riskimizi yönetmemiz gerektiğini unutmamamızda fayda var.
(*) https://www.paramedya.com.tr/devami/94974/sirca-dukkanindaki-fil/
(**) https://www.paramedya.com.tr/devami/95025/burak-aksoy-yazdi-gunes-carigi-carik-ayagi-sikiyor/
Yorumlar kapalı.